Türkiye Sağlıklı Kentler Birliği öncülüğünde Eskişehir’de bir otelde düzenlenen Gıda Güvenliği Paneli, yerel yönetim temsilcileri, akademisyenler ve sektör paydaşlarını bir araya getirdi.

Eskişehir Tepebaşı Belediye Başkanı Ahmet Ataç şu ifadeleri kullandı;

"Sağlıklı Kentler Projesi benim hafızamda 1999’dan itibaren başlayan bir güzellik olarak yer etti. Belediyemizin de bu yapının içinde olmasını o dönemden itibaren arzu ettiğimizi hatırlıyorum. Ben de 2001 yılında, başvuru süreçlerimizle birlikte bu sisteme girme niyetiyle yola çıktım.

O zaman sistem biraz daha üst düzeydeydi. “Akıllı Şehir” kavramı öne çıkıyordu. O dönemde, daha önce bu sürece dahil olan belediyelerden aldığımız doneler ve bilgilerle sistemin hazırlıklarını yaptık. Çok ciddi dökümanlar hazırlanıyordu. Biz de bu dökümanları hazırlayıp giriş yaptık.

Hatırladığım kadarıyla bizimle birlikte Yalova Belediyesi ve Kadıköy Belediyesi de o dönemde hazırlık içindeydi.

Bugün burada, yaklaşık 26 yıllık bir emeğin ürünü olan bir toplantı yapıyoruz. Sağlıklı şehirler, adı gibi gerçekten sağlık üzerine yoğunlaşan belediyelerin bir araya geldiği çok özel bir yapıyı temsil ediyor.

Cemil Tugay Başkan’ın, 2019 yılında Karşıyaka Belediye Başkanı seçilmesinden itibaren kurduğumuz dostluk ve samimiyet, kurumlarımız arasında karşılıklı çaba ve işbirliğiyle gelişti. Bu dostluğu çok önemsiyorum. Bundan sonra da aynı şekilde devam edeceğini biliyorum.

Ayrıca bugün Ferdi Zeyrek Başkan’ı anmadan geçemeyeceğim. Kendisine gerçekten çok sevgi duydum. Ailesini de tanıdım. Manisa'dan dostlarımızı tanıdım. İnsanların erken ve beklenmedik şekilde kaybedilmesi gerçekten çok üzücü oluyor.

Onun adına Eskişehir’de bir tesisimize ismini verelim diye meclis kararı aldık. Ve bugün, içinde dört tane çok önemsediğimiz projenin hayat bulduğu bir tesisi Ferdi Zeyrek adına isimlendireceğiz. Bundan sonra bu tesis onun adıyla anılacak.

Bu projelerden birincisi, biraz önce de dinlediniz, çocuk ve gençlik orkestramızın çalışma alanı ve merkezi. İkincisi, dil terapisi merkezimiz. Aynı zamanda çocuklar için ağız ve diş sağlığı merkezimiz. Ve 2001 yılından beri büyük emekle oluşturduğumuz Belde Evi’miz bu tesiste yer alıyor. Böyle güzel bir tesisi, ancak Ferdi Başkanımıza armağan edebileceğimizi düşündük. Meclis kararıyla bu adımı attık ve bundan sonra adı bu şekilde anılacak.

Sevgili dostlar, Cemil Başkan’ın Sağlıklı Kentler Birliği Başkanlığı’na seçilmesinden sonra birlikte çok önemli kararlar aldık. Bu kararlar, dünyanın da başına bela olan beş temel sorunla ilgiliydi:

İklim krizi, yenilenebilir enerji kullanımı, kuraklık, deprem ve beslenme meselesi.

Bizim Akıllı Şehir Kent Konseyimiz de yaklaşık 2-3 aydır su ve kuraklık üzerine çalışmalar yürütüyor. Bu çalışmaların bir sonucu olarak bir kısa film yarışması düzenlediler. Ve gerçekten ortaya çıkan ürün, hem konuyu çok iyi yansıttı hem de son derece başarılı bir iş oldu.

2002 ile 2022 yılları arasında yine Cemil Başkan’la birlikte yedi ilçe belediyesiyle, sürdürülebilir enerji ve iklim eylemlerine karşı pek çok toplantı yaptık. Bu toplantılardan da çok iyi neticeler aldık. Tahmin ediyorum ki tekrar başlamakta yarar var.

Bu çalışmalar; Karşıyaka ve Tepebaşı’nın dışında Adana Seyhan, Bursa Nilüfer, Muğla Bodrum, İstanbul Kadıköy ve Şişli gibi belediyeleri kapsayan yedi belediyelik bir hedefe dayanıyordu. Toplumsal ihtiyaçların ve teknolojinin hızla değiştiği günümüzde, yerel yönetimler olarak deneyimlerimizi aktardık. Gerçekten çok yararlı çalışmalar oldu.

Şu anda Türkiye’de yerel yönetimlerin çok ciddi sıkıntılar yaşadığını biliyorsunuz. Bu sıkıntılar, Türkiye’de demokrasi ve siyasi tarihte ilk kez topluca belediye başkanlarının hapsedilmesiyle kendini gösteriyor. Bu durum, Türkiye adına, demokrasimiz adına ve siyasi hayatımız adına utanç verici bir tablodur. Bu sürecin temelini hepimiz biliyoruz. Üzerinde uzun uzun durmaya gerek yok. Ancak bunu nasıl önleyeceğimize dair çareler aramamız gerektiği açık.

Biliyorsunuz, 19 Mart’ta Ekrem İmamoğlu Başkan’ı gözaltına aldılar. Ondan önce de diplomasını iptal ettiler. Bunların hepsi o dönemde tam anlamıyla bir komediydi; ama acı bir komediydi. Tutuklu belediye başkanlarımız var. Sürecin devam edeceği de ifade ediliyor.

Ne olursa olsun, bu yaşananlar Türkiye’nin kara bir yüzü olarak tarihe kazınacak. Örneğin, ağır sağlık sorunlarıyla mücadele eden Büyükçekmece Belediye Başkanımız Murat’ın sıkıntılı günleri devam ediyor. Karşı taraf öyle bir noktada ki, kişinin sağlığı ya da yaşı onlar için hiçbir şey ifade etmiyor. Tek amaçları cezalandırma koşullarını hayata geçirmek. Ancak dünyada hiçbir şey sonsuz değil.

Hukukun egemen olduğu bir ülkede siyasilere yargı tacizi uygulanmaz. Yargı sopasıyla siyaset dizayn edilemez. Bu cümle içinde çok şey barındırıyor. Diliyorum ki en kısa zamanda özgürlüklerine ve görevlerine yeniden kavuşurlar. Türkiye’nin aydınlık yarınları için iktidarı yeniden alarak, bu ülkeyi yürüyüşe geçirebilirler. Buradan hepsine sevgi ve selamlarımı yolluyorum.

Eğer sağlıklı bir gelecek istiyorsak, hukuktan demokrasiye, temiz gıdadan özgürlüğe kadar her alanda kararlılıkla dik durmak zorundayız. Çünkü biliyoruz ki hukuk, demokrasi ve halkın iradesine saygı olmadan hiçbir alanda gerçek bir savunma yapmak mümkün değildir.

Yanlış politika ve uygulamalar nedeniyle bugün ülke olarak yönetmek yerine her şeyi ithal eder duruma geldik. Bir zamanlar eski Türkiye’de ne derdik? “Yedi ülkeden birinin ilacını üretebilen, çoğaltabilen bir Türkiye var” derdik. Ama bugün geldiğimiz noktada her şeyin dışa bağımlı hale getirildiğini görüyoruz.

Üreticiye destek verilmek yerine ithalata kapılar açılıyor. Üstelik bu kapılar da sadece belli yandaşlara açılıyor. Oysa gıda güvenliği sadece bireysel beslenme hakkı değil; sağlıklı toplumların, güvenli şehirlerin ve sürdürülebilir halk sağlığının temelidir.

İklim kanunu, maden kanunu ve mera kanunu çerçevesinde gıda güvenliği ve güvencesi ne kadar sağlanabilir? İlk bakışta yalnızca karnımızı doyurmakla ilgili gibi görünen bu mesele, aslında çok daha geniş bir süreci ifade eder. İklim değişikliği, toprak baskısı, tüketim alışkanlıkları, kentlerin organizasyonu, göç, sanayileşme ve nihayetinde demokrasi ile adalet gibi birçok konuyu birbirine bağlayan çok katmanlı bir süreçtir.

Gezegene zarar vermeden, monokültürden uzak, gelenek ve kültürlere saygılı, sağlıklı beslenmeyi önceleyen bir gıda düzeni kurmak için dünyanın dört bir yanında insanlar bir araya geliyor, tartışıyor, çözümler arıyor.

Unutmayın: Gıdayı yöneten, toplumu yönetir.

Meclis’ten geçen iklim kanunu, sosyoekonomik açıdan pek çok olumsuz etkiler doğuracaktır. Genel olarak bakıldığında, sanayi sektörünün önceliklendirildiği; insanın, yerelin ve küçük üreticilerin ise arka plana itildiği görülmektedir. Toplum ve doğa yerine emisyon ticareti öncelenmiştir. Kanun teklifi, iklim değişikliğiyle mücadelede önemli bir adım olan madenciliğin ve fosil yakıt üretiminin azaltılmasına dair hiçbir düzenleme içermemektedir.

Emeğin ve doğa kaynaklarının korunmasına dair hassas bütçe yaklaşımları sürdürülmekte, ekolojik farkındalıkla birlikte bu yaklaşımın devam ettirilmesi de önemsenmektedir. Ancak tarım sektöründe gıda egemenliğini zayıflatma riski taşıyan adımlar söz konusudur.

İklim krizinin olumsuz etkileri karşısında atılması gereken adımlar net bir şekilde belirlenmeli, çiftçilerimiz bu süreçte yalnız bırakılmamalıdır.

Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren İklim Kanunu’nun 5. maddesinin 5. fıkrası şöyle demektedir:

“Sıfır emisyon hedefinin sağlanması, yürürlükteki emisyonların dengelenmesi için orman, tarım, mera ve sulak alanlardaki karbon yutaklarının korunması ve arttırılması amacıyla ilgili kurum ve kuruluşlarca gerekli tedbirler alınır; yutak alanlar ile korunan alanların korunarak geliştirilmesi sağlanır.”

Fakat Meclis’e sunulan torba yasa teklifi, İklim Kanunu’nda yer alan bu hedeflerin tam tersini içermektedir. Teklifte, madencilik yapılmasına izin verilen orman alanlarından açıkça bahsedilmektedir. Korunması gereken ormanlar, yasa değişikliğiyle madenciliğe açılmaktadır.

Örneğin Bozdağ’da başlatılması planlanan altın madeni projeleriyle ilgili olarak Eskişehir’de büyük tepkiler yaşanmıştı. Ancak bu son çıkan düzenleme ile söz konusu doğa katliamlarının önü tamamen açılmış oldu. Yine de mücadelemiz sürecek.

Üstelik izin ve denetim süreçlerinin Maden ve Petrol İşleri Genel Müdürlüğü’ne devredilmesi öngörülüyor. Bu da yerel denetim ve kamu katılımını daha da zayıflatacak bir gelişme."