Anadolu Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Yusuf Adıgüzel şu ifadeleri kullandı;
“Yaptığımız iş kadar, yaptığımız işi iyi anlatmak da önemli demiştim. Gerçekten iyi bir iş yaptığımızı düşünüyoruz. Ama bu, iyi iş yapmak kadar, iyi işi iyi anlatmanın da önemli olduğunu gösteriyor. Bu, dünya çapında başlattığınız Açıköğretim sistemiyle ilgili dönüşümü biz Eskişehir’den, sizlerin nezdinde başlatıyoruz. Bu da Eskişehir’e verdiğimiz kıymetin ve Anadolu Üniversitesi’nin Eskişehir merkezli olmasının önemli olduğunu vurgulamak adına sembolik bir anlam taşıyor. Bunu da özellikle ifade etmek istiyorum.
Çünkü Anadolu Üniversitesi, Eskişehir’e sığmayacak kadar büyük; Türkiye’ye sığmayacak kadar büyük; tüm dünyada Global Kampüs adı altında yüzlerce ülkeden binlerce öğrencisi olan ve bundan sonra daha da büyüyecek çok büyük bir sistem. Bu sistemi sürekli geliştirmek için her gün AR-GE birimimiz “Ne yapabiliriz?” diye düşünüyor. Dolayısıyla birçok adım atılıyor. Bu adımların her aşamasında, olabildiğince sizler aracılığıyla kamuoyunu bilgilendirmek istiyoruz. Ama her zaman böyle ayrıntılı bir araya gelip konuşma imkânımız olmuyor. Şimdi arkadaşlarımızın yaptığı sunumları dinlediniz. Şimdi beş yıl öncesine gidelim… Bürolardan tekrar kitap basıp dağıtma konusuna… Hâlâ “Hocam çok iyiydi, bir de 16 milyon kitap daha basalım” diyen var mı aranızda?
Beş yıllık kitap ne demek biliyor musunuz? Sadece 16 milyon x 5; bu, 80 milyon kitap basmak anlamına geliyor. Kaç tır dolusu, kaç depo dolusu kitap anlamına geliyor. Ve artık biz eğitimi dijitalleştirirken, cep telefonlarımızdan, bilgisayarlarımızdan, tabletlerimizden ders notlarını okurken, takip ederken kitap konusunda ısrarcı olsaydık; kitap basımı konusunda yalnızca %2–3’lük bir kesimin talebiyle baskıya devam etseydik, biz beş yıl öncesinden bugüne kadar 80 milyon kitabı çöpe atmış olacaktık. Buna hâlâ “Olsun” diyecek var mı?
Veya büroların kapatılmasını ele alalım. İlk geldiğim zaman, yani 2025’in başları, 2024 sonu diyebiliriz. Bürolarla ilgili arkadaşlarımız konuyu getirdiğinde, bunun çok zor bir süreç olduğunu gördüm. Çünkü büyük bir kamuoyu baskısı, siyasi baskı ve bürolarda çalışanların her birinin gelecek endişesi vardı. Büyük bir risk alarak, göreve geldikten sonraki ilk haftalarda bir maliyet analizi istedim. Ve şu anda bu büroların bu üniversiteye maliyeti 700 milyon lira. Orada yapılan tüm işleri merkeze çektik, dijitalleştirdik. Her şey artık dijital ortamda yapılırken böyle büyük bir maliyete kanun gereği katlanılması, “eleştirileceğim” diye göz yumulması doğru değil.
Elbette her yaptığımız işte sistem ve yöntem değiştiriyoruz. Bu da insanları etkiliyor. Çünkü alışık olduğumuz şeylerin dışında başka bir şey yapmaya başlıyoruz, yeni bir şey öğreniyoruz, deniyoruz. Bu da rahatsızlığa sebep olabilir. Ama bu süreçteki en büyük endişe neydi? Büroların kapatılması sürecinde yaklaşık 500 personel vardı. Şu anda 430 civarında personelimiz var. En büyük endişe, bu insanların, Türkiye’nin farklı illerindeki bürolarda Anadolu Üniversitesi adına yıllardır hizmet eden bu insanların geleceği ile ilgili ne yapacağımızdı.
Gerçekten altı ay önce büyük bir mekik diplomasisiyle, kimseyi mağdur etmeden bu süreci çözmeye çalıştık. Ve bugün geldiğimiz noktada, herkes bulunduğu ildeki üniversiteye geçişini tamamladı. Sadece dilekçe vererek bulunduğu ildeki üniversiteye geçebiliyor. 450 personelimiz, hangi ildeyse, o ilin üniversitesine geçiş dilekçesini veriyor ve süreç tamamlanıyor. Yani hem büyük bir değişim ve dönüşüm yaşayıp hem de kimseyi mağdur etmemek, bizim için önemli bir hassasiyetti. Ve bunu da başardığımızı düşünüyoruz. Bu süreçte Cumhurbaşkanlığı, Çalışma Bakanlığı, Meclis nezdinde çok büyük bir arka plan çalışması yürütüldü. Bu süreçte emeği geçen herkese teşekkür ediyorum. Hiçbir çalışanımızı mağdur etmediğimizi de özellikle ifade etmek istiyorum. Avrupa bürolarında yapılan işlerin de merkeze çekilmesiyle birlikte en büyük iş kalemi kitap basımı ve dağıtımıydı. Global Kampüs ve e-Kampüs ile her şey merkezileştirilmişken şimdi tekrar geriye dönmek... Hocalarımızın da dediği gibi, gruplarda, manuel sistemle öğrenci kaydı yaptığınızı düşünün. Orada kimlik dağıttığımızı, öğrencileri sıraya soktuğumuzu düşünün... Bu görüntüler size çağ dışı gelmiyor mu?
Çok hızlı bir değişim ve dönüşüm yaşanıyor. Anadolu Üniversitesi olarak bu sistemi kuran, geliştiren, dünyada öncü olan bir üniversite olarak, hâlâ yaptığımız işleri aynı şekilde sürdürmek, sistemi değiştirmemek, muhafazakâr davranmak bu sistemin çöküşünü hızlandırır. Biz artık dijital devrim çağındayız. Sanayi devrimi kalıplarıyla hâlâ hareket edebilir miyiz? Böyle bir sistemi ne kadar daha sürdürebiliriz? Kendi yaptığınız işten, meslekten bakarak bir örnek vereyim: Aranızda fiziksel film gören var mı? Eskiden proje filmi, fotoğraf filmi sarardık makineye. Şöyle çeker, ışık aldı mı yandı mı diye kontrol eder, sonra banyoya götürür, karanlık odaya girerdik… Bunları hatırlıyorsunuz.
Ben klasik bir yöneticiyim, klasik bir gazeteciyim, klasik bir medya yöneticisiyim, klasik bir kurumum. Ama hâlâ o filmlerle devam edeceğim ve değiştirmeyeceğim diyen bir medya yöneticisi olabilir mi? Size soruyorum. Biri çıkıp, “Ben hâlâ eski filmlerle çalışacağım, banyoya sokacağım, kurutup basacağım,” dese… Ama o sırada bizim bugünkü arkadaşlarımızın çektiği görüntü anında dünyanın her tarafına ulaşmış olacak. Biz hâlâ direnecek miyiz buna? “Hayır, ben eski yöntemle devam edeceğim” diyerek? Böyle bir direnç mümkün mü? Karşımızda büyük bir değişim dalgası varken, biz hâlâ göğsümüzü gererek “duracağım” dersek, altında kalırız. Bizi alır, götürür. Dolayısıyla biz değişime ayak uydurmak değil; değişimi yönetmek istiyoruz. Çünkü Anadolu Üniversitesi herhangi bir üniversite değil. Ne Türkiye ne de dünya üniversiteler sistemi içinde sıradan bir kurum değil. Avrupa’nın en büyük, dünyanın ise öğrenci sayısı açısından üçüncü büyük üniversitesi Açıköğretim sistemi olarak. Şu anda Türkiye’de 13 farklı üniversite Açıköğretim sistemine dâhil oldu ama bunların arasında en büyük sistem Anadolu Üniversitesi’nin sistemi.
Bunu nasıl başarıyoruz? Az önce arkadaşlarımızın da ifade ettiği gibi, artık ikinci üniversite olarak sistem öne çıkıyor. Bir yetkinlik kazandırma biçimi olarak Açıköğretim yeniden tanımlanıyor. Yani yalnızca diploma veren bir yapı olmaktan çıkıp, çift diploma sağlayan bir modele evriliyor. Şu anda sistemde kayıtlı öğrencilerimizin %70’ten fazlası ikinci üniversite olarak kaydolmuş durumda. Böyle bir değişim-dönüşüm yaşanırken, hâlâ eski programlara tutunmak gibi bir lüksümüz olamaz. Geçtiğimiz aylarda on farklı programı kapattık diye çok eleştirildik. “Niye kapatıldı bu programlar?” dendi. Çünkü bu on programın sistemdeki toplam payı %5’ti. Yani yaklaşık 50 bin öğrenci bile etmiyor. Ama bu %5’lik sistem için her bir ders adına 16 farklı materyal hazırlanıyor: Görsel, işitsel, yazılı, PDF, HDR vs.
Yani çok büyük bir maliyet. Bir bölümde bir öğrenci yılda 10 farklı ders alıyor. 4 yıl boyunca 40-50 ders ediyor. Bu 50 dersin her biri için 16 materyal üretmek çok büyük bir emek ve kaynak gerektiriyor. Ve karşılığını alamıyorsak, bu kaynakları boşa harcamış oluyoruz. Dünya ne tarafa dönüyor, Türkiye’nin neye ihtiyacı var, kullanıcı sisteminden gelen talep ne yönde, biz bunu takip ederek hareket etmek zorundayız. Bu değişimin yalnızca nesnesi değil, öznesi olmak istiyoruz ve bunun için çabalıyoruz. Ve artık sadece Türkiye değil; dünyanın her yerinde Açıköğretim ile ilgili yapılacak tüm işlerde Anadolu Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi karar verici durumda. Bu kadar büyük işler yaparken, kendi ülkemizde, şehrimizde kendimizi iyi anlatamamanın getirdiği bir sıkıntı yaşıyoruz. Biraz duygusal olmamız da bundan. Ama dediğim gibi, kendimizi daha iyi anlatmanın bir yolunu bulmamız gerekiyor. İletişime her zamankinden daha açık olmamız gerekiyor. Ben kişisel olarak açık olduğumuzu düşünüyorum ama demek ki hâlâ bunu yeterince anlatamamışız. Anadolu Üniversitesi yönetimi olarak, merak ettiğiniz her konuda, sormak istediğiniz her soruya yanıt vermeye hazırız. Açıköğretim sistemimizle, tüm detaylarıyla her zaman şeffafız.
Küresel bir vizyonumuz var. Bu vizyon, Türkiye sınırlarını aşarak Açıköğretim sistemini dünyanın her yerine daha etkin şekilde ulaştırmak. Anadolu Üniversitesi markasını Global Kampüs ile dünya erişimine açmak gibi bir hedefimiz var. Bu yıl uluslararası öğrenci sayımızı %100 artıracağız. Sınav merkezi sayımızı 30’dan 60’a çıkaracağız. 60 ülkede sınav yapabilir hâle geleceğiz. Şu anda global kampüs sistemimize girdiğinizde, en az 12 farklı ülke için özel olarak hazırlanmış sayfalar var o ülkenin diliyle. O ülkelerde, o ülkelerin diliyle tanıtımlar yapıyoruz. O ülkenin merkezine özel adımlar atıyoruz. Bir yandan da diasporadaki Türkler için Türkçeyi ve kültürümüzü öğretmeyi hedefliyoruz. Bugün dünyada Türk dizileri en çok izlenen yapımlar arasında. Dizi ihracatında Türkiye, dünyada ilk üçte. Bu diziler üzerinden Türkçeye büyük bir ilgi var. Peki biz bu ilgiyi akademik bir karşılığa dönüştürebilir miyiz? İşte “Türk Dili ve Kültürü Programı” ile hedefimiz bu. Bu program yalnızca Anadolu Üniversitesi’nin bir işi değil. Başta Dışişleri Bakanlığı olmak üzere, birçok kurumla iş birliği yapıyoruz. Yunus Emre Enstitüsü, Türk Hava Yolları, Maarif Vakfı gibi kurumlarla ortak projeler geliştiriyoruz.
Erbil’deki Maarif Okulları’nda binlerce öğrenci var. Yalnızca çalışan sayısı 600. Çocuklar okulda Türkçe öğreniyor ama aileler yeterince Türkçe bilmiyor. O zaman Türk Dili ve Kültürü Programı onların da ihtiyacına yanıt veriyor. Bu heyecan verici bir gelişme. Açıköğretim sistemiyle Türkçeyi dünya çapında öğretmek gibi bir misyona sahibiz. Gittiğimiz her yerde bunu anlatıyoruz ve büyük bir ilgiyle karşılanıyoruz. Artık sanayi devrimi değil, bilişim devrimi çağındayız. Yapay zekâ, yazılım, dijital üretim ön planda. Anadolu Üniversitesi olarak bu alanda da öncüyüz. Bilgisayar ve Bilişim Bilimleri Fakültemiz İngilizce eğitimle bu yıl eğitime başlıyor.
Yine bu yıl açılan Bölümler:
Dijital Oyun Tasarımı
Yeni Medya ve İletişim
Animasyon (zaten Türkiye’nin en güçlü bölümlerinden biri)
Yani dijitalleşme, yapay zekâ, yeni iletişim mecraları konularında Türkiye üniversite sistemi içinde öncü kurumlardan biriyiz. Bu kadar ileriyi hedeflerken hâlâ eski sistemleri sürdürmeye çalışmak ayaklarımıza pranga olur. Bu değişimi eleştiriye açık şekilde yürütüyoruz. Ama şunu da bilmenizi isterim: Biz bu işin mutfağında çok çalışıyoruz. Dünya ölçeğinde işler yaparken, kendi şehrimizde kendimizi anlatamadığımız zaman üzülüyoruz. Eksiklik bizdeyse de düzeltmek bizim işimiz. Ama anlatmaya devam edeceğiz. İletişim kanallarımız açık. Artık 16 milyon kitap basmıyoruz. Orman yangınlarıyla mücadele edilen bir dönemde, bu israfın ne kadar kritik olduğu daha da ortaya çıkıyor. Şu anda Sakarya’dan Bilecik’e sıçrayan ve Eskişehir’in ilçelerini tehdit eden yangınla mücadele ediliyor. Yangınla mücadele eden herkese minnettarız. Umarım en kısa sürede kontrol altına alınır. Bu vesileyle çevreye katkı sunmak adına, çok sembolik ama anlamlı bir adım atacağız: Anadolu Üniversitesi Örgün Eğitimine kayıt yaptıran her öğrenci için bir fidan dikeceğiz. Yaklaşık 3 bin 500 fidanla Eskişehir ormanlarıyla buluşacak. Böylece Eskişehir’e gelen her öğrencinin burada dikili bir ağacı olacak. Sözlerimi burada tamamlıyorum. Ancak atladığımız ya da yeterince açıklayamadığımız konular varsa, lütfen açık açık sorun. Önceliğimiz Açıköğretim sistemiyle ilgili sorular, ama onunla sınırlı değil. Farklı alanlarla ilgili de sorularınızı almaya hazırız.”