TMMOB ZMO Yönetim Kurulu Başkanı Baki Remzi Suiçmez şu ifadeleri kullandı;

"Tarımsal üretimde ülkemiz çok önemli bir potansiyele sahip. Eskişehir de çok önemli bir tarım ilimizdir. Tarımda bitkisel ve hayvansal üretim yapabilmek için üretim alanına ihtiyaç vardır. Üretim alanı; toprak, bahçe, zeytinlik ve meyve bahçesidir.

Öncelikle üretim alanlarının korunması, hem Türkiye’de hem de Eskişehir özelinde en önemli sorunlardan biridir. Üretim alanlarına yönelik saldırıların temelinde, özellikle Eskişehir özelinde vahşi madencilik baskısı bulunmaktadır.

Özellikle Alpagut-Atalan Altın ve Gümüş Ocağı ile hemen bitişiğindeki Sarıcakaya’daki Altın Ocağı buna örnektir. ÇED süreçleri defalarca geri çekilmesine rağmen Alpagut-Atalan’daki proje onaylanmıştır. Şu anda bu konu, odamız ve üst örgütümüz TMMOB tarafından yargı aşamasına taşınacaktır.

ÇED süreçleri yani çevresel etki değerlendirmesi, kurumların anayasada yer alan görevleriyle ilgilidir.
Anayasa’nın 56. maddesi çevreyi koruma, 44. maddesi tarım alanlarını koruma, 45. maddesi üreticiyi koruma, 169. maddesi ormanları koruma, 170. maddesi ise orman köylülerini koruma görevini tanımlar.

Geçen aylarda çıkarılan, bizim “torba talan yasası” olarak nitelendirdiğimiz 7554 sayılı yasa, muhalefet partilerinin ortak önergesiyle Anayasa Mahkemesi gündemine taşınmıştır. Mahkeme, esas konuyu görüşecektir. Çünkü bu yasa kapsamında, Muğla’daki kömür ocaklarından Eskişehir’deki ormanlara, zeytinliklere, tarım alanlarına kadar birçok bölge madencilik ve enerji şirketlerine açılmaktadır.

Anayasal ve yasal korumalara rağmen tarım alanları, meralar ve ormanlar madencilik faaliyetlerine tahsis edilmekte; çevresel etki değerlendirmesi süreci devre dışı bırakılmaktadır. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’na bağlı MAPEG’in (Maden ve Petrol İşleri Genel Müdürlüğü) yetkilendirilmesiyle süreç kısaltılmış ve şirketler lehine sorumlu bir döneme girilmiştir.

Eskişehir’de de Alpagut-Atalan ve Sarıcakaya bölgesinde, mikroklima özelliği taşıyan ve sebzeciliğin yaygın olduğu çok değerli tarım alanları, birkaç şirketin çıkarı uğruna yok edilme tehlikesiyle karşı karşıyadır.
Doğanın tahribatı, ÇED raporlarındaki taahhütlere rağmen telafi edilemeyecek boyuttadır.

Kaymaz’da da altın madenciliği gündemdedir; Çanakkale’den getirilecek malzemeler konuşulmaktadır.
Ayrıca Cumhurbaşkanlığı’nın ABD ziyareti sırasında Beylikova’daki nadir elementler konusu gündeme gelmiştir.

Nadir elementler önemlidir; ancak tarım ürünleri de artık “nadir” hale gelmiştir.
Gıda enflasyonunun yüksek olduğu bir dönemdeyiz.

Bu yıl kiraz yiyemeyen bir toplum haline geldik; kiraz artık sembol olmuştur.
Zirai don (zirai don olayı) Eskişehir’i de etkilemiştir. Özellikle kiraz ve elma üretimi zarar görmüştür.
Buğday ve üzümde de zarar mevcuttur.

Bugün itibarıyla tarım sigortalarına kayıtlı çiftçilerin 23 milyar liralık borcunun bir kısmı ödenmiştir.
Çiftçi Kayıt Sistemi’ne (ÇKS) kayıtlı olup TARSİM sigortası olmayan üreticilerin de 13 Nisan’a kadar yaptıkları harcamaların hasar oranında ödenmesi gündemdedir.
23,5 milyar TL’lik toplam ödemenin 13,2 milyarı 44 ildeki üreticilere verilmektedir; Eskişehir de bu kapsamdadır.

Ancak üreticilerin yarısı ÇKS’ye kayıtlı değildir. Bu durum Eskişehir için de geçerlidir.
Don zararlarının hem TARSİM’li hem TARSİM’siz üreticilere geç de olsa ödenmesi olumlu ama yeterli değildir.
Çünkü meyvecilikte bakım, budama ve sulama yapılmazsa gelecek yıllarda özellikle ihracat ürünlerinde ciddi sıkıntılar yaşanacaktır.

Şap hastalığı nedeniyle 81 ilde hayvan pazarları kapatılmıştır; Eskişehir’de de halen kapalıdır.
Yıllık zararın net miktarı belirsizdir.
Cumhurbaşkanlığı Tarım ve Gıda Komisyonu üyesi Mehmet Eker’in kurduğu vakıf, zararın 4,1 milyar dolar (yaklaşık 162 milyar TL) olduğunu açıklamıştır.
Bakanlık bu rakamı yüksek bulmuş ancak herhangi bir açıklama yapmamıştır.

Hayvancılıkta yüzde 85 aşılama oranına ulaşan illerde hayvan pazarları açılmaktadır.
Ancak gecikmelerin ve zararların giderilmesine yönelik somut bir çalışma henüz yoktur.

Kuraklık da Eskişehir’de gündemdedir.
Kapalı, basınçlı, yağmurlama ve damlama sistemlerine geçilmesi gerektiği sıkça dile getirilmektedir.
Ancak bunu kim yapacaktır?
Bankalara olan borcu 1 trilyonu aşan, icra takibindeki borcu 9,2 milyar lirayı geçen çiftçi bireysel kredilerle bu yatırımları yapamayacaktır.

Bu nedenle Devlet Su İşleri’nin bütçesi artırılmalı, nitelikli personel ile güçlendirilmelidir.
Su planlaması kamusal sorumlulukla hızla hayata geçirilmelidir.
GAP benzeri projeler yeniden gündeme alınmalıdır.

Eskişehir’de kuraklığa dayanıklı türlerin ıslah edilip yaygınlaştırılması da önemlidir.
Ancak kuru tarıma geçmek demekle bu sorun çözülmez; kuru tarım ile sulu tarım arasındaki gelir farkı çiftçiye telafi edilmelidir.

Ülkemizde 3,5 milyon hektar arazi ekilmemektedir.
Bunun nedenleri; yüksek üretim maliyetleri, pahalı girdiler, yetersiz ve geç ödenen destekler ile baskılanan alım fiyatlarıdır.
Bu yüzden çiftçi borçludur.

Hükümetin “ekilmeyen arazileri zorunlu kiralama” uygulamasına da karşıyız.
Basına yansıyan bilgilere göre, Eskişehir’de Seyitgazi, Sivrihisar ve Tepebaşı ilçelerinde sadece 7 mahallede 28 parsel, 12 kişiye kiralanmıştır.
Bunlar çözüm değildir.

Tarımdan tasarruf edilemez.
Pandemi yaşadık, deprem yaşadık, savaş yaşadık, kuraklığı yaşıyoruz.
Gıda enflasyonunda dünyada üst sıralardayız.

Eğer bugün yüzde 36’lık gıda enflasyonunun nedeni “Zirai don ve kuraklık” olarak açıklanıyorsa bu kolaycılıktır.
2023 Eylül ayında gıda enflasyonu yüzde 75’ti; o dönemde zirai don yoktu.

Gerçek neden; üretim maliyetlerinin düşürülmemesi, girdi fiyatlarında indirim yapılmaması, desteklerin azaltılması ve geç ödenmesidir.
Et ithalatı yapılmayacağı söylenmesine rağmen et dahil birçok üründe ithalat bağımlılığı artmıştır.
İç piyasada fiyatlar yükselince ihracat kısıtlamaları getirilmesi de hatalıdır.

Her çiftçi aynı zamanda tüketicidir.
Gelir dağılımındaki adaletsizlik nedeniyle tüketici raflardaki ürünlere ulaşamamaktadır.

Tarımsal üretim alanlarını korumak, Tarım ve Orman Bakanlığı ile Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın anayasal görevidir.
Bu kurumları görevlerini yapmaya davet ediyoruz.

Şirketlerin sözcüsü gibi davranan kamu görevlileri istemiyoruz.
Liyakat deniliyorsa herkes görevini yapsın.

Gayri safi milli hasılanın yüzde 1’inden az olamayacağı belirtilen tarımsal destekler Tarım Kanunu’nun 21. maddesine uygun şekilde artırılmalıdır.
Bütçe görüşmeleri başlıyor.
Geçen yıl 135 milyar TL destek verilmişti. Enflasyon karşısında bu desteğin yarısı erimiştir.
Oysa verilmesi gereken destek miktarı 615 milyar TL idi.

2026 bütçesinde destek miktarı yüzde 24 artışla 168 milyar TL olarak öngörülmüştür, bu son derece yetersizdir.
Yüzde 1 oranı dikkate alınırsa 775 milyar TL olması gerekmektedir.
Üstelik bu paralar 2027’de ödenecektir.

Tarımdan tasarruf edilemez.
Don, şap ve kuraklık gibi olağanüstü durumlarda ek destek paketleri hazırlanmalıdır.

Üretemezsek, tüketemeyiz.
Yurt dışından ürün almak çözüm değildir.
Et, süt ve temel gıda ürünlerinde artan ithalat bağımlılığı milli güvenlik sorunudur.

Tarım bu nedenle stratejik öneme sahiptir.
Eskişehir özelinde de kamusal denetimlerin artırılması, mühendislerin atanması, DSİ yatırımlarının güçlendirilmesi ve “Köy Hizmetleri” benzeri bir kurumun yeniden kurulması gereklidir.

Ekonomide üretimi, çiftçiyi ve emeği koruyan politikalar hızla uygulanırsa tarımda yaşadığımız sorunlar büyük ölçüde aşılabilir.
Umutsuz değiliz; ancak mevcut ekonomi, tarım ve çevre politikaları bizleri olumsuz etkilemeye devam edecektir."