Eskişehir’de konuşan Saadet Partisi İstanbul Milletvekili Bülent Kaya şu ifadeleri kullandı;
“Sayın Cumhurbaşkanımızın Trump’la yapmış olduğu görüşmenin sonuçlarına ve bunun Orta Doğu ile ülkemize dair olası etkilerine kısaca değinmek gerekirse; maalesef ülkemiz, özellikle iktidarın tercihiyle, daha da Amerika’ya bağlanmaktadır. Özellikle Orta Doğu’da Amerika’nın stratejik çıkarlarına göre şekillenen bu süreçte, Milli Görüş Hareketi’nin merhum Erbakan hocamızdan bize miras bıraktığı anlayışı hatırlatmak gerekiyor. Yani dış politik meseleleri iç politikanın bir malzemesi olarak görmekten ziyade, bunları milli meseleler olarak ele alıp partiler üstü bir anlayışla değerlendirmek çok daha doğru ve sağlıklı olurdu.
Bu nedenle dış politikayı, iktidarın içeride kendi tabanına şov yapacağı bir ilüzyon alanı olmaktan çıkarıp, gerçekler üzerinden konuşmak gerektiğini düşünüyoruz. Dolayısıyla biz isterdik ki, Sayın Cumhurbaşkanımız hele ki dünya düzeninin yeniden kurulmaya başlandığı böylesi bir süreçte Amerika’ya gitmeden önce veya dış politikasını belirlerken başta muhalefet partileri olmak üzere siyasi partilerle görüşsün. Böylece Cumhur İttifakı’nın değil, Türkiye Cumhuriyeti devletinin ortak bir dış politikasını ortaya koyabilsin.
Ama maalesef gelişmeler, bunun tam tersini gösterdi. Önce Boeing uçaklarıyla başlayan, ardından F-16 ve F-35 meselesi, sonrasında gümrük vergilerini indiren Cumhurbaşkanı kararnamesi ve en sonunda doğal gaz anlaşmasıyla birlikte görüyoruz ki iktidar, bu süreci partiler üstü bir mesele olmaktan çıkarıp kendi iktidarını Amerika’ya daha da bağlı hale getirmenin aracı olarak değerlendirmektedir. Muhalefetin bu konudaki eleştirilerine verilen “Uçak alırken sana mı soracağım?” cevabı da bunun, sadece bir tercih değil, ülkenin önümüzdeki en az elli yılını etkileyecek kritik bir kavşak olduğunun göstergesidir.
Dolayısıyla bu meseleleri ne kadar iktidar ötesi, partiler üstü bir zemine taşıyabilirsek, ortak akıl o kadar milletimizin ve devletimizin lehine işler; bu konular da politik çekişmelerin ötesine geçebilirdi. Ama dediğim gibi, Sayın Cumhurbaşkanı Amerika’ya gitmeden önce Trump’la görüşmesini duyururken diplomatik gerekliliğin ötesine geçip “değerli mevkidaşım ve dostum Trump” ifadesini kullandı. Özellikle Gazze soykırımının bu kadar ayyuka çıktığı, dünyanın dört bir yanında insanların İsrail’in zulmünü protesto ettiği bir süreçte; İsrail’in Gazze’ye, Katar’a, İran’a, Şam’a ve Yemen’e yönelik saldırılarının Amerika’dan bağımsız düşünülemeyeceği ortadayken, bütün bu mezalimlerin ortağı olan ABD Başkanı Trump’a “dostum” diye hitap etmek milletimizin vicdanını yaralamıştır.
Elbette diplomatik ilişkilerde nezaketin olması gerektiğinin farkındayız. Uluslararası ilişkilerde duygulardan ziyade diplomatik bir dilin kullanılmasının da bilincindeyiz. Ancak en azından “Sayın Trump” gibi daha tarafsız bir ifade kullanılabilecekken “değerli mevkidaşım” ve “dostum Trump” gibi sözlerin kullanılması, diplomatik nezaketin ötesine geçen farklı bir ilişki görüntüsü ortaya koymuştur.
Bizim medeniyet anlayışımız gereği, kendisine yapılmasını arzu etmediğimiz bir şeyi kardeşimize de yapmamak esastır. O halde; biz nasıl kendi Cumhurbaşkanımızın eşitler arasında, eşit bir ilişki üzerinden diyalog kurması gerektiğine inanıyorsak, diğer İslam ülkelerinin Cumhurbaşkanımızı Trump’la eşitleyip bundan bir zafer fotoğrafı çıkarmasını ve kenara itilen diğer devlet başkanları olan kardeşlerimize hakaret sayılabilecek bu davranışı anlamayan, adeta bir sarhoşluk hâliyle karşı karşıyayız.
Gönül isterdi ki burada bulunan bütün devlet başkanları eşit olarak otursun. En azından bir yuvarlak masa etrafında toplanılsaydı daha doğru olurdu; bunu söyleyebilmeliydi Sayın Cumhurbaşkanımız. Kaldı ki o programın ev sahibi Sayın Cumhurbaşkanıydı; Trump ise misafir olarak davet edilmişti. Konu Gazze’ydi ve Gazze’deki zulmün ortağı olan, Birleşmiş Milletler’in haklı kararlarına rağmen veto hakkını kullanarak İsrail’i her defasında koruyan kişinin bu meselede belirleyici olduğu ortadayken, İslam ülkelerinin Gazze meselesinde Trump’a çağrı yapması ve ondan adeta “gazze için lütfen” demesini beklemesi son derece yanlıştır.
Elbette böyle bir fotoğraftan İsrail de memnun olur; Trump da memnun olur. Ancak Müslümanlar ve mazlumlar bakımından bu fotoğraftan hiçbir fayda çıkmaz. Ayrıca Trump’ın Türkiye’nin Rusya’dan aldığı doğal gaz ve petrolü keseceğine dair küstahça ifadeleri karşısında sessiz kalan iktidarımız; F-16’lar, doğal gaz anlaşmaları ve benzeri ticari anlaşmalarla ülkenin önümüzdeki en az 20-30 yılını Amerika’ya bağlama riskiyle karşı karşıya bırakmıştır.
Birinci Dünya Savaşı sonrası, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Birleşmiş Milletler yapısının kurulmasıyla şekillenen dünya düzeni vardı. Bugünse o iki kutup arasında yürütülmeye çalışılan yönetim anlayışının yerini, 2020’lerden sonra Amerika liderliğinde yeni bir küresel emperyalist düzen kurma gayreti alıyor gibi görünmektedir. Bazı ülkeler bu düzene itiraz ederken ve “dünya beşten büyüktür” söyleminin icraata dökülmesi gerektiği bir dönemde; ne yazık ki biz de iç politikada iktidarımızı sağlamlaştırma yollarını açarken bu yeni düzene hizmet eden adımların kilometre taşlarını döşüyoruz.
Muhalefetteyken elbette bunun gereği olarak fikri bir altyapı oluşturmak için çalışıyoruz. Yani bir sabah kalkıp “Artık yeni bir ittifaka ihtiyacımız varmış, dolayısıyla Rusya-Çin eksenine yönelebiliriz” şeklinde bir söylemle değil; 1969 yılından bu yana istikrarlı bir şekilde dünyanın ikinci bir Yalta Konferansı toplayarak, adil temellere dayalı yeni bir dünya düzeninin kurulması gerektiğini savunuyoruz. Bunun kilometre taşlarını döşemek üzere de her yıl, muhalefetteyken dahi, İslam coğrafyasındaki Müslüman toplulukları Türkiye’ye davet ederek bu hedefin nasıl gerçekleştirileceğine dair bir dizi fikri çalışma yapıyoruz.
1997 yılında, sadece on bir ay süren iktidarımızda dahi, D-8 adıyla nüfusu bir milyarı aşan sekiz İslam ülkesini bir araya getirerek aralarında ticari ve siyasal iş birliğinin adımlarını attık. Böylece “dünya beşten büyüktür” sözünün bir slogandan ibaret olmadığını göstermek için harekete geçtik.
Bugün ise karşımızda yirmi üç yıldır iktidarda olan, “dünya beşten büyüktür” sözünü defalarca dile getirmesine rağmen bunun gereğini yerine getirecek tek bir somut adım atmayan bir anlayış var. Zaman zaman Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda bu ifadeyi tekrar etmek dışında herhangi bir girişimde bulunmayan iktidar, gelinen noktada ne yazık ki bir devleti yani Amerika Birleşik Devletleri’ni dünyanın hâkimi haline getirecek küresel sistemin kilometre taşlarını döşemeye alet olmaktadır. Bunu da üzülerek görüyoruz.”