ES TV ekranlarında konuşan Eskişehir Sanayi Odası Başkanı Celalettin Kesikbaş şu ifadeleri kullandı;
"Bizim şirketlerimiz IT sektöründe, telekomünikasyon, networking ya da bilişim teknolojileri diyelim. Ve dünyanın bir numaralı fuarı Dubai'de, GITEX diye bir fuar. Biz de katılımcısıyız. Yaklaşık 4 bine yakın katılımcı oluyor. Fuara katılan tüm dünyadaki global ölçekte, yani o bölgeye özel bir fuar değil. Tüm dünya global ölçekte bu fuara katılıyor. Dünyadaki tüm teknolojik yeniliklerin tamamını bu fuarda gözlemleyebiliyorsunuz. O 4 bin katılımcı firmanın toplam cirosu 3 trilyon dolar. Korkunç bir para. Yani 4 bin tane firma Türkiye'nin cirosunun 3 katını yapıyor diyebiliriz. Almanya'nın yıllık bütçesi. Türkiye'nin de 1 trilyon civarında, 1.1 zannediyorum olduğunu düşünürsek. 3 trilyon dolar ciddi bir para. Oradaki şirketler bunun bir kısmı. Dünyada binlerce, on binlerce IT şirketi var, bilişim şirketi var.
Bu işin bir kısmı, burayı bir kenara yazalım. İkinci kısmı, şirketlerin çok önemli bir kısmı AI ile uğraşıyor, yani yapay zekayla uğraşıyor. Neredeyse gittiğimiz her stantta AI ile ilgili, yapay zekayla ilgili çözümleri görüyorsunuz. Dünya burayla uğraşıyor. Bu ikinci parametremiz. Üçüncüsü, şirketlerin çok önemli bir kısmı, yani 100 şirketten 95 tanesi ya Çinli ya Amerikalı. Avrupa'dan 4-5 şirket var toplamda. Büyük ölçekten bahsediyorum bu arada, teknoloji üreten. 5 firma Avrupalı, diğerleri Amerikalı ya da Çinli. Ama Çinliler ağırlıkta. Bir diğer parametre de katılımcıların neredeyse tamamına yakını, öyle ya da böyle, o ürünleri geliştirirken, özellikle işin donanım kısmıyla ilgili olan tarafta, mal tedarikinin önemli bir kısmını Çin'den yapmış. Yani stantları gezdiğiniz zaman herhangi bir ürünün mutlaka bir parçası ya da bileşenlerinin önemli bir kısmı Çin'de geliştirilmiş ya da orada ürettirilmiş, üretilmiş.
Şimdi en önemli konulardan bir tanesi, gezip dolaştığınız zaman, bunu Eskişehir ölçeğinde de modellersek eğer, geleceğin 10 ve 20 yıllarını aslında planlamışlar, tasarlamışlar. Bununla ilgili Ar-Ge çalışmalarının önemli bir kısmını bitirmişler. Aslında şunu vadediyorlar: 10 yıl sonra ve 20 yıl sonra dünyayı böyle şekillendireceğiz dedikleri bir fuar burası. Yani işte akıllı şehirler dediğimiz, konuya akıllı şehirler olarak baktığın zaman. Diyelim ki Eskişehir'de bir ulaşım problemi, erişim problemi var, burada sinyalizasyon lambaları mevcut. Bu, araçların o anki miktarlarını ölçümleyerek ve diğer bütün noktalarla iletişim içinde, aslında herhangi bir süreye bağlı kalmadan, işte kırmızı ışık 30 saniye çalışacak, yeşil ışık 20 saniye falan filan gibi bağlı kalmadan, tamamen AI ile, yapay zekayla. O mevcut bölgedeki bütün trafik ışıklarını, bu arada diyelim ki işte bir şeritte, yani gittiğimiz yönde diyelim 50 araç varsa, buranın süresini uzatarak, öbür tarafı kısaltarak, buradaki dönüşe daha kısa bir mesafe tanımlayarak, aslında en optimum trafik akışını sağlayabilecek şekilde organize edilmiş.
Bunun haricinde güvenlikle ilgili, geri dönüşümle ilgili, katı atıkla ilgili. Yiyeceğiniz yemeğe, gideceğiniz restorana, kentin içerisindeki bütün yönlendirmelere. Şirketlerin nasıl yönetileceğine. Üretim yapacaksak bunun ikiz olarak öncelikli olarak yazılımın üstünde verimlilik analizleri yapılarak en optimum tesisin nasıl kurulacağına kadar. Ya da bir kentin altyapısının nasıl oluşturulacağına kadar, ki karşımızdaki stantta çok enteresandı, hani SimCity programı vardı daha önceden. Hani diyorsunuz ki ben işte 5 bin insanın yaşayacağı bir bölge oluşturacağım ve bununla ilgili size. İşte oranın atık suyundan tutun da güneş enerjisine, yenilenebilir enerjisine kadar. Elektrifikasyonundan tutun sinyalizasyonuna kadar, güvenlik sistemlerinden tutun o şehrin istatistiklerine göre güvenlik altyapısına kadar. Yollarının genişliğinden tutun, oradaki insanların neleri hayal edip nasıl çiçekler yetiştirilmesi gerektiğine kadar, bütün altyapı dahil en üst tarafa kadar. İşte ne kadar çocuk popülasyonu olacak, ne kadar okula ihtiyaç var, ne kadar ibadethanesine. Yani aklınıza ne geliyorsa, bunları gerçekten çok kısa süreler içerisinde planlayabilen sistemler mevcut ve bu sistemler geliştiriliyor.
Şimdi bunu neden anlattım? Öyle ya da böyle, teknolojiyi yaratan biz değil isek eğer, biz sadece bu teknolojinin kötü bir uygulayıcısı olacak isek eğer. Bizim ekonomimizin batması, çıkması ya da yükselmesi ya da aşağılarda olmasının çok bir önemi olmuyor. Çünkü geleceğin sadece şehirlerini değil, nasıl yaşanacağını da aslında dayatan ve bugünden bunları planlayan. Aklınıza getirebildiğiniz her şey. Raylı sistemlerin sinyalizasyonları, trenlerin yapıları. Hangi hattın hangi hatla ne zaman ne şekilde linkleneceği. Ya birçok konu var. Üretim tekniklerinden tutun evlerin şekline, şemaline kadar. En hızlı bir şekilde sizi işe götürebilecek şekilde. Ya birçok konu. Teknoloji bir şekilde geleceğimizi dayatacak. Fütüristik bir şey değil bu arada. Bunların hepsi çalışılmış ve hepsini de platformların üstünde. İçeceğiniz suya kadar, kaç litre günlük tüketiminizde ne kadar suya ihtiyacınız olduğundan tutun da nasıl bir hayat tarzınıza kadar, bunları size dayatabilecek bir ekonomi geliyor aslında. Bu baktığınız zaman geleceğin dünyasını şekillendiren bir dünya var ve biz de o şekle bir şekilde ayak uyduracağız. Dayatılacağız, yani böyle yaşayacaksın. Senin bundan sonraki hayatın böyle olacak şeklinde bir yapı var. Bu durumu çok net bir şekilde bu fuarda görüyorsunuz. Ben hani Eskişehir'deki bütün iş insanlarının, belediye başkanlarının, karar vericilerin, her kimse mesela, o fuarı gidip görmesini isterim. Çünkü dünya böyle yönetilecek.
Şimdi buradan gelelim geriye, sizin sorunuza. Gemiye gelelim. Şimdi böyle bir ekonomiyi biz yaratamıyoruz. Çünkü bizim ekonomimiz, özellikle üretim sektörü ki buna sanayi üstünden cevap verebilirim, çok daha yeni şirketlerin üzerine kurulu. Yani 20-25 senedir biz aslında evet, herkes 84 Özal dönemiyle başlayan bir süreci işaret ediyor ama günün sonunda aslında bu kırılımlar 2000'li yıllarla başladı. Bizim Organize Sanayi Bölgemizin gelişimini de şöyle bir hatırlayın: 2000'li yıllara kadar çok daha limitli 8. cadde vardı bugün ucu bucağı yok Organize Sanayi Bölgemizin.
Biz son 25 yılda aslında kendimizi aşağılamayalım, başarılı da olduk. Türkiye değil, yani coğrafyamızın en iyi fabrikalarına da sahibiz. Üretim yapmayı da öğrendik, sanayiyi de öğrendik ama bilgi birikim birikmiyor tabii ki. Bu bilgi birikimin geliştirilmesi ile ilgili de o 20-25 yıllık süreç içerisinde ciddi çabalar sarf ettik. Türkiye bir üretim ülkesi oldu. Evet, bugün 270 milyar dolara yakın ihracatı var, ki önemli bir rakamdır. Makineleri nispeten yenidir. İnsan kaynakları diğer birçok ülkeye göre aslında biz tabii hep ileri ülkelere göre kıyasladığımızda bakıyoruz duruma ama coğrafyamız açısından baktığımız zaman da oldukça iyi konumdayız aslında.
Özellikle son birkaç yıldır sanayisizleşme ile ilgili de bir sıkıntımız var. Şimdi üretim yoksa, sanayi yoksa ya da üretim ve sanayi desteklenmiyor ise ya da üretim ve sanayi ile ilgili sübvansiyonlar yapılmıyor ise eğer, bu kaslarımızın gücünü kaybediyoruz. Bu her geçen gün işte şimdi mobilya sektörüyle başladı. Tekstil sektörü önemli bir şekilde kan kaybediyor. İnsana dayalı olan sektörler diyoruz bunlara ama tabii ki bizde yarın sabah teknolojiyi yaratabilecek bir altyapımız yok.
Bugün "He" deseniz hani hep konuştuğumuz yüksek teknoloji üretim yapalım vesaire falan ama bunun için 1. para lazım, 2. insan kaynağı lazım, 3. fikir lazım. Şimdi bunların hepsini ortak paydada birleştirmemiz lazım ama bunlar 20-25 sene olacak işler değil. Aslında geldiğimiz nokta iyi bir nokta ama bunu dönüştürecek altyapıların, desteklerin de hem devlet tarafından hem devlet politikaları tarafından desteklenmesi gerekiyor.
Şimdi bazen biz düşünüyoruz: Evet, ben yaşı 60'a yakın olan bir insan olmaya başladım. Ben bir girişimcilik hikâyesi yarattım ve benim gibi birçok sanayici arkadaşımız girişimcilik hikâyesi yarattılar ve bugün başarılı şirketlerin sahipleri oldular. Bunu ben dönüştürmeyi başardım aldığım eğitimle, gittiğim üniversiteyle, yaratıcılığımla, bunu yaptım.
Ama şimdi baktığınız zaman üniversitelerden çıkan gençlerin hepsi için söyleyemem böyle bir şeyi ama önemli bir kısmının AR-GE background’u yok. Derinlemesine, spesifik olarak konulara hakimiyeti yok. İçlerinde mutlaka çok başarılı olanlar var. Bunların da önemli bir kısmı zaten yurt dışına gidiyor.
Gençleri biz üniversitelerimizde, liselerimizde iyi yetiştirmemiz gerekiyor. İyi yetiştiremezsek, o çocukları sistemin içerisine dahil etmezsek ben bu yaştan sonra inovasyon yaratacak, AR-GE yaratacak bir kabiliyette ve beyne sahip değilim. Benim yaşım geçiyor artık. Yani, sıra bende değil. Yani o benim artık şeyim değil yani, benden sonraki jenerasyonun işi bu. Tabii ki.
Doğal olarak bu jenerasyonun da iyi üniversitelerden, iyi derecelerle mezun olması gerekiyor. Çünkü dünya artık derinlemesine bilgi sahibi olan insanları kabul ediyor. Bilgiye ulaşmak, erişmek kolay ama o bilgiyle birlikte yeni algoritmalar oluşturabilecek, inovasyonlar yaratabilecek gençlere ihtiyacımız var.
Yetiştiremedik. Ha burada kabahat sadece devletin midir? Değildir. Yani burada ailelerin de kabahati vardır. Refleks olarak tabii ki sosyal olarak da, çevre olarak da, hepimizin bu işlerle ilgili kabahati var.
Ama gençlerin de mutlaka ve mutlaka istekli, arzulu ve geleceği dönüştürebilecek o bilgiyi yenilikçilik adına kullanabilecek yapıya ulaştırılması ve ulaşmaları gerekiyor. Ama bunun için bu altyapı yok. İşte 200 küsur tane üniversite. Bunlardan 15-20 tanesini bir kenara koyduğun zaman diğerleri hani "boş" demeyelim, haksızlık etmek istemiyorum gençlere de ama hani istenilen seviyede değil diyelim.
Bir kere bu işin bir kısmı. Şimdi ekonominin en büyük asetlerinden bir tanesi eğitimli, donanımlı insan kaynağı. Değil mi? Yani illa parayla her şey olmuyor. Ne olacak? Milyon doları olan Eskişehir'de birçok adam var ama iş yapma kabiliyetleri yok ki. Aynen öyle. Yani öyle bir şeyi yok. Tarlaya, taşa, toprağa para yatırabilecek kabiliyeti var.
Ama dünyayı değiştirebilecek, milyon doları olan proje, yani şimdi bugün hani Amerika'ya gidiyorsunuz, Elon Musk'ı, Jeff Bezos'u, bilmem nesini, şusu, busu falan baktığın zaman bu adamların milyar milyar dolarlar paraları var ama hani kalkıp da "Dur şuradan bir 10 bin dönüm arazi alayım" demiyor. Yani böyle bir dünya yok, böyle bir şey yapmıyorlar. Dünyayı dönüştürmek için, yani ülkelerini dönüştürmek için tekrardan alıyorlar bunları her türlü inovasyon ve ekosistemin içerisine tekrar koyuyorlar.
Şimdi bence 1 numaralı aset bu. İştahımızın olması gerekiyor, enerjimizin olması gerekiyor. Gençlerin çok daha sabırlı, enerjik ve geleceğe umutla bakan ama dünyayı dönüştürebilecek zekâya ve algoritmaya sahip olmaları gerekiyor. Şimdi bu yoksa cebinde yapacak bir şey yok çünkü parayla olmuyor bu işler.
Sanayisizleşme kısmına geleyim. Özellikle pandemiyle başlayan dönem içerisinde sanayi biraz daha ikinci kısımda kaldı. Özellikle bu yüksek enflasyon, yüksek faizler bir şekilde yatırım iştahını da kapadı. Rekabetçiliğimizi kaybettik. Dolar ve Euro baskılandı çünkü evet, bir devlet politikası olabilir Dolar’ın ve Euro’nun baskılanması, ama bu sefer ihracat pazarlarında rekabetçiliğinizi kaybediyorsunuz. Rekabetçiliğinizi kaybettiğiniz sürece de aslında bunu üretmek yerine satın almaya yöneliyorsunuz. İşte Türkiye'de tüketim çılgınlığının içerisindeki en önemli konulardan bir tanesi de Çin'den gelen ucuz mallar. Bu adamların kalitesi de her geçen gün gelişiyor çünkü ölçek ekonomisine ulaşıyorsunuz.
Bizim elimizdeki enstrümanlara bakıyoruz yüksek enflasyon ki enflasyon gerçekten baş belası bir şey, yüksek faizler doğal olarak enflasyonla birlikte, para politikalarında düşük kur ihracat yapacaksınız, paranız para etmiyor çünkü ithalat daha anlamlı oluyor. Bunun yanında bir de insan kaynağıyla ilgili eğitim problemleri, gençlerin sanayide çalışmak istememesi her ne kadar işsizlik 8,5-8,6 dolar seviyesinde olmasına rağmen iş aramayan, evde oturan genç işsizler, gençsizler. Onlara da baktığınız zaman, "Ezici" diye bir ifade var artık literatürde. Şimdi bu %30'lar falan, hani okuduğumuz rakamlar. Bunlara bakıyorsun. Kadının iş gücündeki durumuna bakıyorsun, burada da durum dramatik. Yani bugün %11 zannediyorum istihdam oranı var kadınların, öyle bir rakam aklımda kalmış.
Şimdi birçok olumsuzluğun içerisinde doğal olarak ne yapacaksınız? Yatırım yapmayı istemiyorsunuz, yatırım iştahı yok. Yatırım yapan var tabii ki ama yatırım iştahı o 2000'li yılların ortaları gibi ortam yok. Doğal olarak da ister istemez sanayisizleşmeye, bunun yerine de daha kolay olan yurt dışından ithal etmeye başlıyorsunuz, çünkü şirketinizi ayakta tutmanız gerekiyor. Ben sanayi ölçeğinden bakıyorum, ticaret tarafından bakmıyorum.
Doğal olarak ekonomiyi teşkil ederken de aslında biz hep ekonomi söylüyoruz ama ekonominin göstergeleri Dolar ve Euro değil. Bizim televizyonlarımızın da hep altında Dolar'a ve Euro'ya bakıyoruz. Bunlar aslında ekonomik göstergeler değil, bunlar para. Bir şeyin sonucu. Üretmezsen sonuç. Tasarruf yapmazsan sonuç. İthalatın sürekli artarsa sonuç. Enflasyon sürekli yükselirse sonuç.
Şimdi burada etik de çok önemli. Geçen gün seçim varmış herhalde, servisçiler odası geldi. Orada adaylardan biri diyor ki: "Şirketler diyor size diyor 1000 liraya satıyorlar ama diyor biz diyor aslında o şirketlere servisi 500 liraya veriyoruz" diyor. Birey olarak araba almışsın, 500 liraya bir şirkete veriyorsun. Şirket de bana bunu 1000 liraya satıyor. Şimdi doğal olarak aradaki farkın yarattığı değer, hayat pahalılığı veya bu işte hep anlatılan hikâye; işte soğan tarlada 1 lira, pazarda 20 lira olması... Bunlar gibi aslında alt alta alt alta alt alta yazdığın zaman birçok konu, birçok bileşen, "Evet, burada ters giden bir şeyler var" diyor. "Ekonomi hani o yüzden sıkıntılı" diyor, "problemli" diyor, bunu gör, çünkü bunlar birim dalı, ölçülebilir, ölçeklendirilebilir şeyler.
Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası'nın şu anda rezervleri artıyor. Para basmıyorsanız eğer, normal şartlarda emisyon artmıyorsa eğer, benim cebimden çıkıp oraya gidiyor demektir. Doğal olarak şu anda servet transferi... Yani bunun adını ne koyarsınız bilemem ama neticede bileşik kaplar gibidir. Sanayici son 2 yıldır kâr etmiyor. Çünkü girdileri Dolar bazında artmış, Dolar bazında ciddi enflasyon yaşıyor ve Dolar bazında %30'a yakın enflasyonu var sanayicilerin. Fiyat tutturamıyor, maliyetleri artmış, gelirleri düşük. Doğal olarak da kâr etmiyor.
Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği 365 odayı temsil ediyor ve 2,5 milyon zannediyorum çalışanıyla aslında çok büyük bir birlik. Özel sektörün en büyük temsilcisi. Ankara'da işler basın aracılığıyla dönmüyor ama bu bizim aktardığımız problemlerin hepsini emin olun Hazine ve Maliye Bakanlığı'na da aktarıyorlar. Sorunlar ilgili bakanların hepsine aktarılıyor. Yani bu konularla ilgili çok iyi çalışan komiteler, meclisler vesaireler falan var ama hani bunları basın önünde yapmıyorlar. Yani o yüzden belki bir algı problemi olur ama bu konular aktarılıyor. Biz bile Eskişehir Sanayi Odası olarak onlarca rapor hazırlıyoruz bu konularla ilgili. Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği, ilgili bakanlık, yani bulabildiğimiz herkese anlatıyoruz.
Bu ülke aslında hepimizin. Ülkenin de sanayiyle büyümesi gerekiyor. Bakın ticaret, hizmetler sektörü bunlar son derece önemli konular ama şunu da hakkını yememek lazım. Sanayi sektörünün enflasyonu şu anda normal hizmetler sektörü enflasyonunun neredeyse yarısı. Sanayi sektörü enflasyon yaratmıyor. Hizmetler sektörü aslında bir enflasyon yaratıyor. İşte bunu Mehmet Şimşek bakanımız da söylüyor. Kira bedellerinden tutun da okul fiyatlarına, okul servis fiyatlarına vesairelere kadar. Benim laflarım değil bu arada. Bunlar sürekli konuşulan konular ve dönüyor dolaşıyor, şu an sanayicinin en temel problemlerinden bir tanesi bu. Nakit akışı problemi.
Konkordatoların sayıları artmış durumda. Geçen seneye göre %70-75 daha artmış durumda. Ödemelerle ilgili sıkıntılar var. İnsanlar cari olarak birbirlerine öderken, ödeme yaparken bunların tarihlerini, yani bazıları art niyetli de olabilir ama bir şekilde zorunluluktan dolayı da ödemelerini geciktirenler var. Bunlar, bu mekanizma aslında tamamen birbirlerini tetikliyor. Şu anda en büyük sıkıntılardan bir tanesi nakit akışı problemi şirketlerin. Bir şirketi zaten kârsızlığı batırmaz, kârsız şirketi yüzdürebilirsiniz belki ama nakit akışı şirketi batırır.
Kârsızlık değil arsızlık batırır derler ya hani bu iş biraz öyle. Yani burada 'arsızlık' dediğimiz konu aslında nakit akışı. Bütün şirketlerin hassasiyetle durması gerekli ve 2026'da da hani buradan bir karamsarlık vermek istemiyorum. Eskişehir'deki rakamlarımız fena değil. Eskişehir'i biraz ayrı tutmak lazım. Eskişehir pozitif ayrışan bir kent. Ama genel olarak baktığımız zaman o sanayisizleşme problemini bu ülkenin çözmesi lazım.
Yerli malı yurdun malı, zannediyorum 2 hafta sonra yerli malı haftası var. Daha tasarruf yapıyor olmamız gerekiyor. Harcıâlem harcamalardan uzak durmamız gerekiyor. Hani bunu nasıl yaparız? Bunlar makro ölçekli konular. Hani bunlar bizim de buradan çok mikro baktığımız ölçekte olan konular değil ama en önemli konu şu. Ülke kalkınacaksa eğer sanayileşerek kalkınacak. Sanayimizi inovasyonla daha yukarı çekerek kalkınacak. Teknoloji şirketleri teknoloji yaratacak. Hem kenti değiştirecek hem ülkeyi dönüştürecek hem de toplumu dönüştürecek o zihinsel devrimi de yaratmamız gerekiyor. Ben GITEX'te, Dubai'de bunu gördüm. Zihinsel dönüşüm var. Hani bizim beğenmediğimiz Araplar zihinsel olarak dönüştürüyorlar kendilerini. Hani beğenmiyor, burun kıvırdığımız insanlardan bahsediyorum. Hintliler, Pakistanlılar zihinsel bir devrim de yaşıyorlar.
Konkordato süreci konusunda doğru bilinen yanlışlar oluyor. Hani konkordato kelimesi sevimsiz bir kelime, çirkin bir kelime. Sanayicilerimizin önemli bir kısmı konkordatonun gerçekten ne olduğunu, detaylarıyla o kanunu bilmiyorlardı. Biz bugün Anadolu Üniversitesi Hukuk Bölümünden bir sanayi üniversite işbirliği yaptık. Onların desteğiyle 3 tane hocamızdan çok güzel bir brif aldık. Çok iyi bir prezantasyon aldık. Ama günün sonunda konkordato süreçlerine baktığımız zaman ki sevmediğimiz, sevimsiz konular bunlar. İflastan bir önceki durum aslında. Eskişehir'de şimdi onu söylediler bugün. Her ay 3.3 şirket ortalamada konkordato alıyor. Türkiye ortalamasının altında bir rakam bu ama yine de bunun etkisi şöyle. Hani herhangi bir konkordato alan şirket sana ödemiyor, sen ona ödemiyorsun, o ona ödemiyor. Aslında bunun bir etkisi, kelebek etkisi aşağıya doğru 3 çarpanla, 4 çarpanla devam ediyor.
Kur düşük kaldı. Çok net. Gelirleriniz düşüyor. Çünkü ihracat yapıyorsunuz. Eskişehir bu seneyi 4.7 milyar ihracatla kapatacak. Bu, geçen yıla göre yüzde 7’ye yakın bir artış. İyi bir rakam. Ama kâr oranlarına baktığınız zaman da tablo bir o kadar dramatik. Çünkü euro ya da dolar olarak satıyorsunuz. Euro geçen seneden bu seneye diyelim ki yüzde 25 artmış. Ama giderleriniz yüzde 40 artmış.
Doğal olarak gelir eksi maliyetlere baktığınız zaman burada bir kâr problemi var ya da maliyetine satış var. Sanayiciler önümüzdeki yıl da durum böyle olacağı için bunu yapıyor olabilir. Askılanıyor. Çünkü bu iş sadece para politikalarıyla çözülmüyor. Bu iş için maliye politikalarının da devreye girmesi gerekiyor. Bunun için tasarruf gerekiyor. Bu iş birçok bacaktan oluşuyor. Tek başına para politikalarıyla ekonomiyi çözmek mümkün değil. Yapısal birçok sorun var. Bu yüzden kotalar daha fazla olacak gibi görünüyor. Olabilir, ihtimal dahilinde. Çünkü ödemelerle ilgili sıkıntı var. Az önce nakit akışıyla ilgili bundan bahsettim. Eskiden nakit akışı problemi olduğu zaman bankaya giderdiniz. Bankadan 8-10 ile kredinizi çekerdiniz. 20 gün sistemin içerisine para koyardınız. 20 gün sonra paranız geldiği zaman onu öderdiniz. Aslında o 20 günlük süreç içinde işinizi bankayı kullanarak döndürürdünüz. Makul faiz oranları bilançoda size negatif çok fazla yansımazdı. Ama şimdi 20 günlük süreç içerisinde bankaya gittiniz, diyelim ki, yüzde 45 faizle para alır mısınız? Almazsınız. Çünkü zaten o kadar para kazanmıyorsunuz.
Bu arada orta vadeli planın içinde euro ve dolar yükseltilirse ne olur? Enflasyon artar. İki gün sonra siz fiyatlara zam yaparsınız. Tekrar enflasyonu yukarı çekmiş olursunuz. Buna bağlı olarak asgari ücretten diğer ücretlere kadar artışlar tekrar koyulur. Elektriğe, doğalgaza, benzine zamlar yapılmaya başlar. Tekrar enflasyonist bir ortam yukarı çıkar. Şu anda da bu var. İşte bunları çözmek için sübvansiyonlar gerekiyor. Çin bunu yapıyor. Diyor ki, bana 1 dolar getirirsen sana 7.2 Çin yuanı ödeyeceğime 8 Çin yuanı ödeyeceğim. Şu anda parite 1 dolar 7.2 Çin yuanı. Diyelim ki siz Eskişehir’de üretim yapıyorsunuz, ihracat yapıyorsunuz, Türkiye’ye dolar getirdiniz. 1 dolarınızı 42.5 liradan değil de 48 lira 50 kuruştan bozduruyorsunuz. Ya da nakliye maliyetlerinizde limana kadar olan maliyetinizi, yani ExWorks ile FOB arasındaki farkı sana ödeyeceğim diyor.
Şimdi bunları illa kuru yükselterek, euroyu yükselterek yapmanız gerekmez. Türkiye ihracatçıdan yüzde 25’ini bana bozduracaksın diyor. Bunların esasen çözülmesi gerekiyor. Burada çok daha zekice, piyasaları bozmadan birtakım şeylerin yapılması gerekiyor. Bunlar yapılmadığı sürece üretim zayıflıyor. İthalat sürekli artıyor. Çin’den neredeyse 1’e 15 sanıyorum. Biz 1 ihraç ediyoruz, 15 satın alıyoruz gibi bir durum var Çin ile olan cari tabloda. Bu, Amerika’da bile Trump’ın bağırdığı bir konu. Onlarda 1’e 3. Üç alıyor, bir satıyor. Buna rağmen isyan ediyor.
Bunlar doğrudur, yanlıştır tartışılır. Bunlar makro ölçekte yukarıdan bakılması gereken konular. Ama sanayi açısından baktığınız zaman farklı yöntemlerle sanayinin desteklenmesi gerekiyor. Aksi takdirde sanayicilerin önemli bir kısmı işine küsüyor. Ya da rölantiye alıyor. Ya da yatırım yapmıyor. Aslında bir bütçe yaratamıyor. Ne için bütçe yaratamıyor? Çünkü AR-GE pahalı bir şey. AR-GE yaparsınız, 100 tane çalışma yaparsınız da 3 tanesinden, 5 tanesinden inovasyon çıkabilir ya da farklılık yaratabilirsiniz. Oradaki insanlar pahalı insanlar. Onları beslemeniz gerekiyor. Düzenli, iyi maaşlar vermeniz gerekiyor. Birçok konu var. Siz kârlılık olmadığı için bütçe yaratamazsanız, bütçe yaratamadığınız sürece de AR-GE ve inovasyona ayırdığınız pay sürekli daralır. Bu konularla ilgili çok zekice ama bunları zamana yaymadan, çok bürokratik işlemlerin içine sokmadan hızlı aksiyonlar gerekiyor. Hızlı destekler gerekiyor. Sanayici şunu istemiyor: “Gel bana şu kadar parayı hibe et.” Böyle bir dünya yok zaten. Biz hiçbir zaman hibe para almadık. Bunlar yanlış bilinen konular.
*
Gençlerin gerçekten sanayide çalışmakla ilgili bir motivasyon problemi var. Bu bizden kaynaklanmıyor. Yani, adama 40 bin lira da verseniz çalışmak istemiyor. Ve verimlilik olarak baktığınız zaman da neredeyse 1'e 2, 1'e 3 bir verimlilik problemi var gençlerin sanayide çalışma performansı ile ilgili. Yani, Çin'de çalışan bir insan kaynağı ya da Almanya'da çalışan, Avrupa'da çalışan ile Türkiye'de çalışan arasında bir performans problemi var. Bir kere bunu cebinize koyacaksınız.
Talep ve arz dengeli değil. O kadar çok üniversiteden üniversite mezunu genç çıkıyor ki, onlara aslında ihtiyacımız yok. Ben sanayi açısından söylüyorum; "yok" derken yanlış anlaşılmasın, bunlar hassas konular. Ama mavi yakaya daha fazla ihtiyaç var, ya da meslek lisesi, ya da elinde sanatı olan insanlara daha çok ihtiyaç var. Arz ve talep birbirini dengelemiyor. Bunun etkisi var. O yüzden mesela o evde oturan gençlerin sayısı fazla. Çünkü sanayicinin de o kadar çok beyaz yakaya ihtiyacı yok. Öyle de bir durum var ya da hizmetler sektörünün de o kadar çok beyaz yakaya ihtiyacı yok. Talep dışı, öyle söyleyelim. Almışsınız, stoklamışsınız evinizde.
Ama işte burada gençlerin değil de aslında eğitim sistemini biraz eleştirmek gerekiyor bence. Bakış açısını geniş tutmak gerekiyor. Şimdi bütün aileler ne istiyor? Çocuğu üniversite okusun istiyor. Bir anne baba istiyor bunu. Çünkü onları da anlayabiliyorum. Hepimizin annesi babası zor günlerden geçerek buralara gelmiş. Köyden gelmiş, onun zorluğunu biliyor, oradaki hayatın zorluğunu biliyor. Anamızın karnından traktörle doğmadı kimse. Şimdi belki bir Hollandalı, bir Alman bunları çok daha basit bir çiftçilikle hayata başlarken, bizim anne babalarımızın geldiği süreçler aslında çok daha zor süreçler. O diyor ki: "Ben çektim, oğlum çekmesin ya da kızım çekmesin" diyor. Şimdi bu motivasyon da var. Ciddi bir motivasyon bu. "Benim çocuğum okusun" diyor. Hiçbir şey yapmasın, okusun diyor.
Şimdi bu motivasyon da var. Bunun haricinde kent özelinde geldim diyelim ki, Eskişehir sanayisi özelinde, bir kere trafik problemi var. Sabah saat 6'da, 6.30'da kalkıp 1 saat boyunca sanayi bölgesine gidip, akşam 1 saat trafikte 2 saat geçiriyor. Kimse çalışmak istemiyor. "Ben niye geçireyim ki kardeşim" diyor. "2 saatim yollarda geçecek benim" diyor. Yani, bu işlerin bir maaşla alakası yok demek istiyorum. Maaş bulunabiliyor.
En önemli konulardan bir tanesi gene sanayiciler değil. Ben çok net bir şey söyleyeyim. Bugün yaklaşık olarak 600-700 seviyesinde maaşlar var. Bu maaşlarla bu ülkede bir insanın geçinebiliyor olması gerekiyor. Yani, dünyada ya da bir insan için 100 tane temel gıda malzemesi varsa, bunun gerçekten çok daha farklı bir bakış açısıyla bütün insanlara en ekonomik şekilde sunulabiliyor olması gerekiyor. Yani, peynir şu an atıyorum 400 liraysa, bu 100 lira olmalı. Başka temel ihtiyacımız işte ekmek, bununla birlikte makarnası, yumurtası, barınması... Eskişehir'de 15 bin lira, 20 bin lira kiralar falan olur mu ya? Ya olur mu? Olmaz.
Bir tarafta maliyet hesabına koyduğunuz zaman o 600-700 dolar ile Polonya ile Çek Cumhuriyeti ile rekabet edemiyorsunuz. Polonya ile rekabet edemiyoruz şu anda. Rekabet edemiyorsunuz. Öbür taraftan empati yapıyorum, çalışan bir birey olarak diyelim ki, o parayla da geçinemiyor. O genç için de ya da o ailesini geçindiren insan için de bir problem bu. Bu ciddi, iki taraflı bir konu. Tek taraflı değil. Bunu da ben ayarlamıyorum ama Türkiye'de hepimizin gerçekten o parayla, 30 bin lirayla geçinebilecek. En azından gıda olarak karnımızı doyurabileceğimiz, günde 2.500 kalorimizi temiz bir şekilde alabildiğimiz... Et fiyatları normal şartlarda 4-5 avroyu geçmemesi gerekiyor. Diğer ülkelerde 4-5 Euroyu geçmiyor. Böyle bir ekonomi olması gerekiyor, temel ihtiyaçlarımızın da ucuz olması gerekiyor. Ha, bunun içerisinde kimler kabahatlıdır, kimler problemidir, kimler dertlidir, neden biz böyle bir ekonomiyi yaratamıyoruz ama hepimizde gıda ile ilgili bir pahalılık şikayeti var. Çok pahalı.
Ben çok net bir şey söyleyeyim, fiyatlar böyle oldukça tabii ki insanlar da doğal olarak daha ucuz gıdalara yöneliyorlar ve bu, gıda terörünü destekliyor. Yani, hep böyle yalan dolan... işte tereyağı alıyorsun, içerisinden krema çıkıyor. Bir şey alıyorsun, içinden nişasta çıkıyor. Bilmem neyi alıyorsun... Şaka gibi. Yani, yediğimiz besinler aslında gıda terörü. Hani hep aşılardan dolayı diyoruz ya, işte aşı vurunduk, pıhtı atıyor, aşı vurunduk, daha fazla kalp krizi geçiriyoruz falan. O da diyor ki: "Bu işin aşılarla bir alakası yok, gıda terörüyle alakası var" diyor. Yediğimiz gıdalar, kullandığımız o bütün, hayatımızı idame ettirmek için işte sebzesi, meyvesi... Yani, domates yiyorsun, pestisitli. Bilmem ne yiyorsun, bir şeyli. Sucuk yiyorsun, içinde ne olduğu belli değil. Bilmem ne yiyorsun, bir şey değil. Tabii ki herkesi bir şey diyemem, bunun içerisinde bu işi çok doğru yapan, çok etik, düzgün yapan insanlar da var ama... şimdi gıda terörü de neden ortaya çıkıyor? Daha ucuz istiyoruz çünkü. Peyniri 400 liralık değil de 200 liralık istiyoruz. 400 liralık peynir ne kadar doğru bir rakam? Tek başına bir yerden, tek bir bakış açısıyla değil, yani 360 derece görmediğimiz sürece alınan tedbirler de iş görmüyor. Çünkü siz bu açıdan bakarken bir problemi çözmek için bir şey yapıyorsunuz ama o yaptığınız şey aslında başka bir yerden başka bir şeyi bozuyor.
Asgari ücret yüksek ihtimalle 25 bin ile 30 bin lira arasında bir rakam olacaktır.
Şehir hastanesi çok yakın. Yakın konumda Porsuk OSGB Ortak Sağlık Güvenlik Birimi var. Küçük bir acil ile ilgili bir durum var. Yani organize sanayi bölgesinin zaten ambulans sistemi var. Eskişehir'de çok öyle bir problem yaşanmıyor işin aslı. Eskişehir fabrikaları ve sanayicileri gerçekten çok iyiler. İş sağlığı ve güvenliği konusunda çok hassaslar. Bizim fabrikalarımız Türkiye'deki birçok bölgeye göre çok daha iyi yönetiliyor ve çok daha düzgün tesisler. Bu işleri gerçekten minimize ediyoruz. O anlamda öyle dört dörtlük olmayan, pis işler yok. Daha temiz, daha düzgün, daha çevreci, daha insan odaklı yerler. İş sağlığı güvenliği her şeyin önünde. Eskişehir hep pilot şehir. Çalışma Bakanlığı sürekli bizim sanayide. İş sağlığı güvenliği sürekli bizim sanayide. Çevreciler sürekli bizim sanayide. Neredeyse yılda 3-5 kere denetleniyor şirketler.
Eskişehir'de ciddi bir trafik problemi var. Konuyu sadece çevre yoluna bağlamamak gerekiyor. Akşam buradan giriyorum, Heykel’e kadar inanın 20 dakikada geçemiyorum. Mesafe 1 kilometre var mıdır bilmiyorum ama 20 dakika sürüyor. Sabah bu süre 15 dakika. Şehre girmek de çıkmak da sorunlu. Bugün Atatürk Meslek Lisesi’nden çıktım, Odunpazarı OMEM’e gidecektim. Programın sonunda bununla ilgili bir şey söylemeliyim. Lütfen. Emin olun yaklaşık 30 trafik ışığından geçtim. Mesafe 5-6 kilometre maksimumdur. Yarım saat, hatta 40 dakikada ancak gidebildim. Üstelik trafik çok yoğun değildi.
Bugün, Allah göstermesin, kent içinde bir afet olsa dışarı çıkamayız. Dışarıdan da kente yardım giremez. Bu çok net. Yollar dar, binalar yüksek. Trafik son derece yoğun. Bu işlerin mutlaka çözülmesi gerekiyor. Bu artık bir konfor meselesi. İstanbul’da yaşamıyoruz, Eskişehir’de yaşıyoruz.
Bakın, çok ilginç bir rakam getirdim. Eskişehir’de bugün açıklanan verilere göre 389 bin 426 motorlu taşıt var. Binek araç dediğimiz taksi sınıfındaki araç sayılarında da ortalamalar yeni açıklandı: Eskişehir’de 221, Bursa’da 207, İstanbul’da 243. Neredeyse İstanbul kadar binek araç sahibiyiz. Diğerleri motorlu taşıt toplamı. Bu çok ciddi bir sayı. Kentin içine sıkışmış durumdayız. Kentin çeperlerine doğru bir büyüme yok. Sadece çevre yolu problemi dersek haksızlık olur. Bu bir master projedir, bütünüyle ele alınması gerekir. Az önce ekonomiyi anlatırken nasıl geniş ölçekli birçok parametreyle baktıysak trafiğe de öyle bakmak lazım. Eskişehir’in bir trafik problemi var ve çözülmesi gerekiyor. Konforumuz yok.
Batıkent’ten OSB’ye bir banliyö treni şart. Batıkent’ten Organize Sanayi Bölgesi’ne, hatta KOBİ’nin sonuna kadar, o bölgeye… Bursa’da örnekleri var. Onlar metro diyor ama aslında banliyö gibi. Gebze’den Haydarpaşa’ya kadar olan hat gibi. İzmir, Bursa, Antep, Kayseri, Konya… Hepsinde benzer örnekler var. Bir banliyö hattı şart. İlla metro ya da tramvay olmak zorunda değil. Bunu kim yapar, nasıl yapar, beni ilgilendirmiyor. Neticede ben bu kentte yaşayan bir bireyim. Ayrıca biz 100 bin kişiyiz. Sanayici üyelerimizin toplam çalışanlarıyla birlikte nüfusumuz 100 bin.
Fabrikaların birçoğu oldukça sağlam durumda çünkü binaların önemli bir kısmı yeni. Eskişehir’in sanayileşme süreciyle birlikte eski fabrikaların büyük bölümü yıkılıp yeniden yapıldı. Bugün birçok tesis bu şekilde yenilenmiş durumda. Sanayi açısından ciddi bir risk yok. Ama biz aslında orada başka konulara da değindik. İşin altyapısı, çalışanların kente nasıl geleceği gibi meseleler var. Allah göstermesin bir deprem yaşansa düşün, iş makinelerini kullanacak olanlar şehrin içinde. Her taraf sıkışır. O tabloyu hayal edince durum gerçekten dramatik olur. Bu işe master ölçekte bakmak gerekiyor. Fabrikaların durumu deprem açısından çok daha iyi ama bütün sistemin bir bütün olarak ele alınması şart.
Eskişehir Sanayi Odası Başkanlığına yeniden adayım. Bunun sebebi şu. Eskişehir Sanayi Odası’nın Adalar’da bir projesi var. Ne aşamada olduğunu da soracaktınız, bugün yarın temel atılıyor. Aşağıya doğru iki kat otopark yapılacak. Fore kazık çakma işlemleri başlıyor. Yaklaşık 2-3 ay sürecek bir zemin ıslahı var. Muhtemelen birkaç hafta içinde çalışmalar başlamış olacak. Bu projeyi Eskişehir Sanayi Odası’na kazandırmak istiyoruz.
Çünkü Eskişehir Sanayi Odası yalnızca sanayicilerin odası değil. Eskişehir’in içinde topluma dönük, çalışanlarıyla birlikte büyük bir yapıyız. 100 bin çalışanımız ve 1500’ün üzerinde üyemizle aslında büyük bir aileyiz. Eskişehir’de her üç aileden birinde mutlaka bir sanayi çalışanı var ya da ekmeğini sanayiden kazanan biri bulunuyor. Hizmet verenleri bunun dışında tutuyorum.
Büyük bir aileyiz ama Eskişehir Sanayi Odası’nda kadromuz çok sınırlı. Bu kadar işi 11 kişiyle yapıyoruz. Evet, yalnızca 11 kişi. Profesyonel kadromuz bu kadar. Çok düşük bütçelerle çalışıyoruz. Gerçekten komik sayılacak bütçelerle büyük işler yürütüyoruz. Sürdürülebilir ve daha güçlü bir Sanayi Odası için Adalar projesi çok önemli. O proje tamamlandığında iyi bir gelir kaynağı olacak. Böylece Eskişehir Sanayi Odası bundan sonra daha büyük bütçelere sahip olup daha güçlü projeler yapabilecek. Tüm bu işleri küçük bir bütçeyle ve 11 kişilik kadroyla yapıyoruz.
Her sene en az 1 ya da 2 Avrupa Birliği projesi alıyoruz. Çok çalışıyoruz. Avustralya Melbourne’da dünya üçüncülüğü aldık. İlk 1-2’yi açıklamıyorlar ama ilk 3’teyiz. Dubai’de de aynı şekilde derece aldık. Yarın Maliye Bakanlığı ve Hazine aracılığıyla bir Avrupa Birliği projesi imzalayacağız, yaklaşık 140 bin Euro. Bunun dışında arkadaşlarımız yaklaşık 230 bin Euro’luk bir Avrupa Birliği projesi daha kazandı. Son 7 senede 5 milyon dolara yakın destek aldık ve kullandık. Bütçemiz küçük ama buna rağmen onurlu işler yapmaya çalışıyoruz. Pahalı bir ofisimiz yok fakat çok çalışıyoruz.
Bizim OSB'miz Türkiye’nin en büyüklerinden biri. Çok güçlü bir OSB’miz var. Yeni OSB’ye ihtiyaç var mı? Var. Fakat eski tip organize sanayi bölgeleri artık doğru model değil. Yeni nesil organize sanayi bölgelerine geçilmesi gerektiğini düşünüyorum. Ben Eskişehir’de bu OSB işinin bir yerde durup yeni nesil endüstri bölgelerine dönüşmesi taraftarıyım. Daha küçük ölçekli, 2-3 milyon metrekarelik alanlar olabilir. Kendi lojistiğini, güvenliğini, ar-ge ve inovasyon altyapısını, yemek alanlarını kendi içinde çözen, kampüs mantığında endüstri bölgeleri hayal ediyorum. Daha küçük, daha yönetilebilir yapılar. Bunun bir tanesi Seyitgazi yolunda olabilir. Bir tanesi Sivrihisar tarafında olabilir, Çukurhisar yönünde olabilir. Bir diğeri Alpu tarafına kurulabilir. Bunlar temiz endüstri bölgeleri olur. Artık eski tip bacalı üretim yapan yapılar çok az. Zaten hepimiz o yöne doğru evriliyoruz. Eskişehir’de bu tip endüstri bölgelerinin çoğalması gerekiyor. OSB sayısından ziyade niteliği çok daha önemli. Yeni nesil endüstri bölgeleri kritik.
OMEM yani Odunpazarı Mesleki Eğitim Merkezi ile bir işbirliği yaptık. Bugün de oradaydık, yönetim kurulumuzu orada topladık. Şu ana kadar 600 gencimizi sanayiyle entegre hâle getirdik. Oradaki gençler 16 ile 22 yaş arasında. Lise mezunu olup olmamaları çok önemli değil. Bu merkeze geldiklerinde haftanın 4 günü fabrikada, 1 günü teorik eğitimde olacak şekilde yetiştiriliyorlar. SGK’ları ödeniyor. Maaşlarının büyük kısmını devlet, bir kısmını da şirketler karşılıyor. Yani maddi olarak da destekleniyorlar.
Bu nedenle Millî Eğitim İl Müdürlüğümüze ve yönetim kurulumuzda bulunan Başkan Yardımcımız Fatih Düş’e ayrıca teşekkür ediyorum. Gerçekten pırıl pırıl gençler var. Bu gençleri mutlaka sistemin içine entegre etmek, onlara bir “altın bilezik” kazandırmak, bir meslek sahibi yapmak gerekiyor. Sonrasında çalışıp çalışmamaları onların tercihi. Ama 4 yılın sonunda hem endüstri meslek lisesi diploması hem de ustalık belgesi alıyorlar. İsterlerse üniversiteye de devam edebiliyorlar.
Bu mesleki eğitim merkezi sanayicilerle birlikte yürüyen güzel bir sistem ve büyük ihtimalle istihdam garantili olacak. Aslında şu anda bile öyle. Biz de sistemin içindeyiz, birlikte çalışıyoruz. Şu ana kadar 600’den fazla gencimizi iş sahibi yaptık. Eskişehir Sanayi Odası Yönetim Kuruluna tekrar çok teşekkür ediyorum. Bu proje için herkes büyük emek verdi. Sayın Fatih Düş daha da fazla çalıştı. Onunla birlikte tüm hocalarımıza, meslek lisesindeki öğretmenlere, müdürlere ve İl Millî Eğitim Müdürüne de teşekkür ediyorum. Bu konuda gerçekten eşsiz bir çaba var, devam ediyor, daha da büyüyecek.
Şu anda OMEM’in öğrenci sayısı 2000. İnşallah bu 2000 gencimizin tamamını hem iş hem de meslek sahibi yapacağız. Türkiye’nin en teknolojik makineleriyle eğitimlerini fabrikalarımızda alacaklar. Bu nedenle her zaman söylediğimiz gibi: “Her fabrika bir okul.” Bunu unutmamak gerekiyor. Gençleri ne kadar iyi yetiştirirsek Ar-Ge ve inovasyon gücümüz o kadar artacak, ekonomimiz daha da güçlenecek. Çünkü geleceğimiz gençlerde. Buna odaklanmak gerekiyor.
Siyaset zor bir mecra. Adım yakıştırılıyor. Buna ne diyebilirim, bilmiyorum. Sonuçta bunlar güzel şeyler. İnsanların duygularını okşayan şeyler. Böyle bir teveccüh gösterilmesi onurlu bir durum ve bundan elbette onur duyarım. Fakat siyaset farklı bir alan. Siyasete politika üreten bir yerde olmak beni çok daha fazla heyecanlandırıyor. Çünkü teknik bir insanım. Ağzım da çok laf yapmıyor. Bu yüzden siyaset konusunda şu anda net bir şey söyleyemem. Politika üretmek ve proje geliştirmek bana daha anlamlı geliyor. Orada kendimi daha doğru konumlandırdığımı hissediyorum. Kısacası, şu aşamada bir şey söylemek zor."