Çok yorgunum ama nedenini bilmiyorum diyorsanız işte sebebi

Son günlerde birçok insan, “çok yorgunum ama nedenini bilmiyorum” diyor. Bedensel bir yorgunluk değil bu; uyusan da geçmeyen, dinlensen de hafiflemeyen bir hâl.

Abone Ol

Duygusal yorgunluk, aslında iç dünyamızın uzun süre görmezden gelinmesinin sessiz bir çığlığı.

Psikodinamik açıdan baktığımızda, bu yorgunluk çoğu zaman bastırılmış duyguların, karşılanmamış ihtiyaçların birikimiyle oluşur. İnsan, kendi iç dünyasındaki çatışmaları görmezden geldikçe, o çatışmalar bedene ve ruha sızar. Gülümsemeye devam ederiz ama içten içe bir şey eksilir. Çoğu zaman bu eksikliği dışarıda ararız: yeni bir ilişki, daha fazla üretmek, daha çok “başarmak”… Ama asıl temas edilmesi gereken şey, kendi içimizdir.

Bütüncül bir açıdan duygusal yorgunluk sadece psikolojik değil; bedensel, ilişkisel ve varoluşsal düzeyde bir uzaklaşmayı da içerir. İnsan, kendini ve diğerlerini hissedemez hâle gelir. Yemeklerin tadı azalır, sevdiklerinin sesi bulanıklaşır, hayat renksizleşir. İşte bu noktada çözüm, “daha çok dinlenmek” değil, kendini yeniden duymaya cesaret etmektir.

Belki bu yazıyı okuyan biri uzun zamandır ağlayamıyor. Belki bir başkası, her sabah uyanıp aynı döngünün içinde kayboluyor. Oysa bazen yorgunluk, değişim çağrısıdır. İçeriden gelen bir ses, “Artık dur, bir bak kendine” der. Dinlediğimizde, içsel temas yeniden başlar. Ve o temas, yaşam enerjisini yavaş yavaş geri getirir.

Duygusal yorgunluğu aşmanın yolu, kendine karşı meraklı ve şefkatli olmaktan geçer. Ruhun kendi hikâyesini anlatmasına izin vermekten. Çünkü bazen en büyük güç, hiçbir şey yapmadan sadece hissetmeyi kabul etmektir.