Demokrat Parti Genel Başkanı Gültekin Uysal şu ifadeleri kullandı;
“Memleketin dertleriyle hemhâl olarak yüreğimize sığmayan dertlerimizin olduğu böyle bir dönemde, kendimize doğru soruları da bu zeminlerde sormak mecburiyetindeyiz.
Laf olsun diye bunları ifade etmiyorum. Doğru ile yanlışın yer değiştirdiği, maalesef bir zamanı yaşıyoruz. Herkesin iddialarıyla sınandığı bir zamanı yaşıyoruz. Ve iddialarıyla sınananların bu sınavları kaybettiği bir zamanı yaşıyoruz.
O açıdan, kıymetli demokratlar, değerli dava arkadaşlarım; evet, bazen başımızı biraz öne eğiyor olabiliriz. Ama bunu hamasi bir söylem olsun diye ifade etmiyorum: Çok şükür, alnımız ak, başımız diktir. Alnımız ak ve başımız dik olmaya da devam edeceğiz.
Bugün “bu ülkeyi ele geçirdik” diyenler, yarın bu memleketin sokaklarında da, tüm yurt sathında da, bilin ki alnı ak, başı dik bir şekilde dolaşamayacaklar. Bir büyük tarihin içerisinden geliyoruz. Bugünkülerin yaptığı gibi dünümüzü yok saymadık. Biz o düne, o geçmişe sırtımızı dönmüyoruz; sırtımızı dayıyoruz. İhtiyaç duyduğumuz kudreti de, feyzi de, ilhamı da bu aziz milletin büyük geçmişinden alıyoruz, orada buluyoruz.
Bu coğrafyada 20 yıl önce askerliğimi Bozüyük’te yaptım. Bozüyük de Eskişehir’in bir parçasıdır. Hepimiz bu coğrafyanın insanlarıyız. O günkü şartlarda ifade ettiğim bir söz, bugün de Eskişehir’imiz için geçerlidir: “Türk milletinin üç yüz yıllık gerilemesinin tarihe gömüldüğü topraklardayız.” Evet, işte böyle, kanlarıyla ve canlarıyla vatan toprağının hamuruna karışmış şehitlerin emaneti bir memleketin sahipleriyiz.
Bir asır geçmiş olmasına rağmen, bir var olma-yok olma mücadelesi vermiş olmamıza rağmen, maalesef düne dair pek çok şey bilerek ve isteyerek unutturulmak istenmiş. Cumhuriyet’in yüzüncü yılını hakkıyla kutlayamamışız. Hakkını teslim ederek idrakimizi tazeleyememişiz. Nereden geldiğimizi unutanlara inat, biz nereden geldiğimizi çok şükür biliyoruz.
Mayıs ayının da Eskişehir’de bu kutlu hareketin tarihinde bir önemi var. 27 Mayıs’ın 65. yılını geride bırakıyoruz. O günün acısını, Eskişehirliler olarak her vesileyle dava arkadaşlarımızın içinde yaşadığını biliyorum. Burada şehit Başbakanımız, maalesef o kara güne muhatap oldu.
Kurucumuz, 3. Cumhurbaşkanımız Celal Bayar’ın “milletin kendi kaderine hükmettiği gün” olarak tarif ettiği yürüyüş, maalesef o günden bu yana bu aziz milletin kendi kaderine hükmetmemesi adına pek çok müdahaleyle, darbeyle, muhtırayla, antidemokratik uygulamayla kesintiye uğratılmıştır.
Bugün de aynı uygulamalara muhatap oluyoruz. Bunun da altını çizmek mecburiyetindeyiz. O gün Eskişehir’imiz, bağrına bastığı şehit başbakanımızı, hemşehrimiz Maliye Bakanı Hasan Polatkan’ı ve Türk devletinin yüz akı devlet adamı Fatin Rüştü Zorlu’yu bu vesileyle bir kez daha rahmetle yâd ediyoruz.
Bizler demokratlar olarak, Demokrat Partililer olarak, bugünkü gibi “gömlek değiştiriyoruz” diyerek iktidara gelenler gibi demokrat değiliz. Onlar gibi demokrasiyi sadece lehlerine işlediği müddetçe kabul etmiş değiliz. İşte bu sahte demokratların, demokrasiyi kendilerine meze yaparak geldikleri yeri hep birlikte görüyoruz.
Sandıktan çıkamayacaklarını anladıkları anda milletin iradesine darbe vuruyorlar. Darbe sadece apoletlilerin değil, yozlaşmış iktidarların da uygulayabileceği bir şeydir. 6 Mayıs 2019’da İstanbul’da kaybettikleri seçimi iptal ettirdiler. Hepiniz, hepimiz bu siyasi süreçlerin içerisindeyiz. Sandığı biliriz. Sandığa itiraz nedir, hak aramak nedir biliriz. Seçim kurullarını, Yüksek Seçim Kurulu’nu biliriz. Bugün bu kararların nasıl alındığını herkes biliyor.
Türkiye’de itirazlarımızın odaklandığı bu keyfi rejimin adını koymak zorundayız. Bu antidemokratik rejimin adı, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi diye sınırsız yetki verilen, hiçbir denetim mekanizması olmayan bir yapıdır. Beyler keyfince ülkenin kaynaklarını yağmalıyor, kendilerine yönelen muhalif sesleri susturuyor, yetmiyor cezaevine atıyor, mallarına el koyuyor, iktidarlarını sürdürüyorlar.
Tek bir gayeleri var: Her ne pahasına olursa olsun, kendi varlıklarını ve iktidarlarını sürdürmek. Türkiye diye bir dertleri yok. Emekli, işçi, gençler, kadınlar… Hiçbiri umurlarında değil. Tek dertleri, kendi çocuklarının geleceğini teminat altına almak. Türkiye bir gün hesap sorma noktasına gelir diye, bugün Türk demokrasisini katlediyorlar.
Hukuku siyasetin aparatı hâline getirerek, sandıktan çıkamayacaklarını gördüklerinde, bu sahte demokratların gerçek yüzünü hep birlikte görüyoruz. Zaten demokrasiyle ilgileri yok. Bugün yine 27 Mayıs vesilesiyle, bir takım vilayetlerde sahte programlarla Demokrat Parti’yi ve şehit başbakanımızı kendi siyasetlerine meze etmeye çalışıyorlar. Ama bilsinler ki ne yaparlarsa yapsınlar, üzerimizde ne kadar baskı kurarlarsa kursunlar, çok şükür biz davamızdan asla ve kat’a vazgeçmeyeceğiz.
Kurgulanan hukuki operasyonlarla partimizi küstürmeye çalıştılar. Onların dava dedikleri şey, aslında kendi fakirliklerinin rövanşını almaktan ibaret. Ama ruhları aç olduğu için bugün milyar dolarlara sahip olsalar da hâlâ açlar, hâlâ sefiller.
Türk tarihi böyle bir soygun, böyle bir yağma görmedi. Kravatlı bir soygunla karşı karşıyayız. Şimdi beyler çıkmış, Şair Eşref’in dediği gibi, “Suları haricinde her yerleri akıyor.”
Hiç kimse soruşturmanın, kovuşturmanın dışında değildir. Elbette devletin hukuku, yanlış yapanlara bedelini ödetmelidir. Biz onlar gibi “benim hırsızım evlâdır” anlayışında değiliz.
21 Mayıs sonrası, o Yaslıada’da darbecilerin yönelttiği tüm ithamlara, o abide şahsiyetler dik durarak cevap vermiştir. Ürettikleri hurafelere, safsatalara, iftiralara rağmen hiçbirini ispat edememişlerdir. Savunma hakkı gasp edilmiş, lehlerine şahitlik edecek insanlara zaman tanınmamış ama yine de hiçbir olumsuzluğu bu şahsiyetlere isnat edememişlerdir.
Bugün sokaktaki vatandaşa sorsanız, işte Demokrat Parti olarak bizim itirazımız bu düzene. Türkiye’de siyaset yapmak için, 1994’te İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ni ele geçirdik dedikleri andan itibaren, bir siyaset modeli koydular. Başbakan, Cumhurbaşkanı olacaksan, üç beş milyar dolar bulacaksın, ama Türk Lirası değil; kamu kaynaklarını yağmalayacaksın. Kirli kaynaklarla siyaset yaptılar.
Ve bunu da İslam dinini alet ederek gerçekleştirdiler. Ellerini açtılar, “Allah için ne çaldık?” dediler. Evlerinde para kasaları çıktı. Meğer Bosna’ya yardım ediyorlarmış... Oysa devletin örtülü ödeneği var. Bu devlet meşru işler yapacaksa, meşru yolları da vardır.
Aziz hemşehrilerim, dava arkadaşlarım… Bugün acı bir noktadayız. Dün imkânsızlıklar içinde bu ülke büyük başarılar elde etti. Bu başarıların altında imzamız var. Kendi insanımıza doğduğu topraklarda alın terinin karşılığını verecek bir düzen kurduk.
Balkan Harbi’nden, Kurtuluş Savaşı’na, Atatürk’ün önderliğinde büyük Cumhuriyet’in kurucularının liderliğiyle, refahı halkımıza ulaştırmak için o bayrağı elden ele taşıdık. Ama bugün iktidarda olanlar, bu cumhuriyeti sahiplenmiyor. Bunu da açık açık söylüyorlar.
İktidar yönetenler, bu ülkenin tüm imkânlarını kullandıkları hâlde, hâlâ bu büyük geçmişle hesaplaşmaktan vazgeçmediler. Hesaplaşacakları bir şeyleri de yok; çünkü bu ülkeye dair söyleyecek sözleri de yok.
Aziz milletimiz, 2002’den bu yana, tam 23 yıl. Dört tane beş yıllık kalkınma planından daha fazla bir zaman. En uzun süre görev yapmış liderlerden biri olan, rahmetle andığımız Süleyman Demirel bile, bu kadar süreyi görememiştir. Yine de 1965–1969 arasında yaptığı hizmetler, herkesçe kabul görmüştür.
Bugün ise, 23 yıl sonunda hâlâ milletten, basından, dış güçlerden, faiz lobilerinden şikayet eden bir iktidar var. Ama bedelini milyonlar ödüyor. Yoksulluğa mahkum ediliyor. Suçlu ise bu milletmiş gibi davranıyorlar.
Büyük bir çöküş dönemindeyiz. Geçmişte hafızamızda kalan krizleri bile aratır hâlde. Adını koyamadığımız bir buhran dönemi yaşıyoruz. Hem ekonomik, hem siyasi, hem de toplumsal olarak... Velhasıl Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı’daki “Fetret Devri”ne benzer bir sürecin içinden geçiyor. Temennimiz odur ki, bu dönemin sonuna yaklaşıyoruzdur.
Bütün çabamız, bütün gayretimiz bunun içindir.”