Türk Harb-İş Sendikası Eskişehir Şube Başkanı Hasan Atak şu ifadeleri kullandı;

"Kamu çerçeve protokolüne dahil olan kamu iş yerlerinden birinde, Milli Savunma Bakanlığı bünyesindeki iş yerlerinde çalışıyoruz. Şu anda Türkiye genelinde kamu çerçeve protokolü, kamuda çalışan toplam 630 bin işçiyi kapsayacak şekilde imzalandı. Bu protokol, bu yıl TÜRK-İŞ ve HAK-İŞ tarafından, hükümet ve işveren sendikası TÜHİS ile yapılan görüşmeler sonucu hayata geçirildi.

Sendikalar tarafından yapılan teklif, ilk 6 ay için 1800 TL taban ücret üzerinden seyyanen %50 zam talebiydi. Bu teklif, ortalama olarak %80 ila %90 arasında bir zamma denk geliyordu. Ancak görüşmeler sonucunda hükümet tarafından ilk 6 ay için %24, ikinci 6 ay içinse 50 TL seyyanen zam ve ek olarak %11 oranında bir artış önerildi. Yani genel tabloya baktığınızda, ilk 6 ay için %31’lik bir zam uygulanmış oldu. Oysa talep edilen oran yıllık bazda %115’ti, ancak karşılığında yalnızca %30 civarında bir zam alınabildi. Bu nedenle kamu çerçeve protokolünü ne yeterli ne de başarılı buluyoruz.

Bunun dışında, kamu çerçeve protokolünün imzalanmasının ardından ikinci bir süreç başlıyor: İş kolu bazında toplu iş sözleşmeleri. Bu sözleşmeler, daha önce yapılan görüşmelerin devamı niteliğinde, toplu pazarlıklarla şekilleniyor. Özellikle Milli Savunma Bakanlığı işçileri olarak bizim alanımızda, uzun süredir devam eden pazarlıklara rağmen henüz bir anlaşma sağlanamadı. Bu nedenle süreç, ara bulucu aşamasından sonra Yüksek Hakem Kurulu’na taşındı. Zira grev yasağımız var. Grev yasağı olmayan iş yerlerinde ise grev kararları alınmış ve ilanlar asılmış durumda. Oralarda da görüşmeler devam ediyor.

İş kolu bazında da verilen bazı sözler var. Özellikle Milli Savunma Bakanlığı işçileri için, kamuoyunda ve kendi aramızda sıkça dile getirilen bir konu şu: İkinci altı ay için belirlenen 50 TL seyyanen ve %11 oranındaki zamdan sonra, “Artık başka bir artış yapılmayacak. Teklif edilen neyse kabul edeceksiniz” anlayışı dayatılmak isteniyor. Ancak bizim daha önceki toplu pazarlık sürecinde, işveren sendikasından ve işveren temsilcilerinden aldığımız sözler var. Zaten kamu çerçeve protokolünün bir noktada tıkandığı ve daha ileriye gidemeyeceği ortadaydı.

Bu nedenle biz, verilen sözlerin hayata geçirilmesini istiyoruz. Eğer bu sözler tutulmazsa, hem kamu çerçeve protokolü hem de iş kolu bazındaki sözleşmeler açısından başarısız bir dönem yaşanmış olacak. Zaten uzun süredir mağdur edilen işçilerin sorunları da çözülmemiş olacak.

Bugün sürekli dile getiriyoruz: TÜRK-İŞ her dönem açlık ve yoksulluk sınırlarını bilimsel veriler ışığında açıklıyor. Dört kişilik bir ailenin yoksulluk sınırı şu anda 86 bin lira. Bizim 14-15 yıllık işçimizin aldığı ortalama maaş ise 41-42 bin lira. Üstelik bu, zamlar sonrası oluşan rakam. Altını çizmek isterim; biz, emsalleriyle kıyaslanması gereken, teknoloji ve yüksek eğitim isteyen bir iş yerinde çalışıyoruz. Ulusal ve uluslararası anlamda eşdeğer kurumlarla karşılaştırıldığında, ciddi şekilde geride kalmış durumdayız.

Bu nedenle bu sözleşme taleplerimizi karşılamıyor. Biz de Eskişehir’de bu durumu yetkililere duyurmak için sesleniyoruz. Başta bakanlık ve işveren sendikası olmak üzere, bizi temsil eden sendikacılar artık gereğini yapmalıdır. Bu vakte kadar verilen sözlerin arkasında durulmalı, gerekirse görüşmeler tekrar yapılmalı. Eğer çözülemiyorsa, işçinin elinde ne kalıyor? Eylem. Çünkü grev yasağına tabiyiz maalesef. Gerekirse eylem kararı alınmalı, mücadele sürdürülmelidir.

Diğer şehirlerde de özellikle biz savunma sanayi işçileri olarak mücadeleye devam ediyoruz. Çok net bir şekilde söyleyebilirim ki kamu işçisinin neredeyse tamamı bu sözleşmeden memnun değil. Sendikal anlamda da bu durumu şöyle özetleyebilirim: Şu anda sendika yöneticilerinin sesiyle tabanın sesi arasında büyük fark var. Bu sesin yukarılara net biçimde iletilmesi gerekiyor.

Siyasi iktidar ve siyaset kurumu da bu tabloyu iyi analiz etmeli. Sadece sendika yöneticilerinin beyanlarına bakarak, sürecin memnuniyetle karşılandığını düşünmek büyük bir hata olur. Herkes, tabanın gerçek sesine kulak vermelidir.

Diğer illerde de yapılan mücadele, aynı şekilde bu memnuniyetsizliği ortaya koymaktadır. Üye bazında baktığınızda, sürecin kimseyi memnun etmediğini açıkça görürsünüz. Evet, grev yasağı kapsamında olsak da bu yasak, işçilerde şu düşünceyi uyandırıyor: Hükümet, çalışma hayatının her aşamasına müdahale ediyor, her basamağına engel koyuyor. Örneğin grev yasağı çağdaş ülkelerde kabul gören bir uygulama değildir. Aksine çağdaşlıkla bağdaşmaz."