CHP Eskişehir Milletvekili İbrahim Arslan şu ifadeleri kullandı;

"Sevgili arkadaşlar, “Hava kurşun gibi ağır" diye başlayan şiirimiz var ya, bir tabloda şu anda ülkemiz. Ve bana göre oyun demek bu yaşananlar için “oyun” sözcüğü çok hafif kalıyor. Çünkü yaşananların hiçbiri oyun değil. Ülkede iktidarın ne yapmak istediğiyle ilgili ve buna karşı da bizim ne yapmamız gerektiğiyle ilgili çok ciddi; Cumhuriyet’in tehdit altına alındığı bir süreçten geçiyoruz.

O nedenledir ki kırmızının, mavinin, yeşilin, sarının ya da diğer renklerin tümüyle ortadan kaldırıldığı; sadece siyah ve beyazın Türkiye gerçekliği olduğu bir dönemden geçiyoruz.

Önderimiz, ebedî genel başkanımız Mustafa Kemal bize iki temel emanet bıraktı.

Onlardan bir tanesi Cumhuriyet; diğeri de onunla ilişkili olarak Cumhuriyet Halk Partisi.

O Cumhuriyet ki sadece “cumhuriyet” olmakla bize emanet edilmemiştir.

Yine her yerde anlattığım gibi; İran’da da cumhuriyet var. Önemli olan cumhuriyetin nitelikleridir.

Laik, demokratik, sosyal hukuk devleti olan cumhuriyeti gözümüz gibi koruyup kollama görevi Cumhuriyet Halk Partililere verilmiştir.

O nedenle Cumhuriyet Halk Partisi’ni korumak ve savunmak, cumhuriyeti korumak ve savunmakla eş anlamlıdır.

Demokrasi Yunanca “demos” + “kratos”tan gelir.

Demokrasinin olmazsa olmazı hukuk devletidir; olmazsa olmazı seçimlerdir; milli iradenin hâkimiyeti, egemenliğin halka dayalı olmasıdır; olmazsa olmazı güçler ayrılığıdır; olmazsa olmazı özgürlük, eşitlik, insan hak ve özgürlükleridir; olmazsa olmazı katılımcılıktır; olmazsa olmazı çoğunlukçuluktur.

Ama öte yanda otoriter rejim dediğimiz onun da olmazsa olmazı her şeyin tek adamın elinde toplanmasıdır; güçler ayrılığının ortadan kalkıp güçlerin birlik halinde olmasıdır; özgürlüklerin ve eşitliğin yok sayılmasıdır; hukukun üstünlüğünün “üstlerin hukuku”na evrilmesidir; baskının olabildiğince artırıldığı bir yönetim anlayışıdır.

Şimdi hep birlikte şu soruya yanıt bulmak zorundayız: Bugün kuvvetler ayrılığından söz etmemiz haklı mı?

Yasama, yürütme ve yargı kimin elinde? Tek adamın elinde.

Özgürlüklerden söz etmek haklı mı? Ne yazık ki değil.

Bugün, mevcut anayasanın tam 66 maddesi rafa kaldırılmıştır. Demokrasi rafa kaldırılmıştır. Bunun kanıtları maalesef vardır.

Bugün sokaktaki yurttaş düşüncesini ifade etmekten çekiniyor; çünkü korkuyor. Gözaltına alınacağını, tutuklanacağını düşünüyor ya da çocuğunun başına bir şey gelecek diye endişe ediyor. Buna rağmen konuşan sade yurttaşlarımız gözaltına alınıyor.

Bununla mı sınırlı? Hayır.

Siyasi parti veya siyasi görüş ayrımı gözetiliyor. Etnik yapı, inanç ayrımı gözetiliyor. Bazen gözaltına alınan bir sendikacı oluyor; işçi oluyor; bazen işveren temsilcisi oluyor; bazen sanatçılar; bazen akademisyenler; bazen belediye başkanları gözaltına alınıyor ve tutuklanıyor; bazen milletvekilleri; bazen bir siyasi partinin genel başkanı ya da temsilcileri fark etmiyor.

Temel özellik şu: Ya bana biat edeceksiniz ya da dışlanacaksınız.

Burada aydın gözetilmiyor.

Zafer Partisi'nin genel başkanı Ümit Özdağ 100 günü aşkın süreyle tutuklu tutuldu mu? Evet.

Bağımsız Türkiye Partisi'nin genel başkanı Hüseyin Baş yurt dışı yasağına mı tabi tutuldu? Evet, tutuldu.

Önceki dönemlerde HDP’nin eş genel başkanları ve örneğin Selahattin Demirtaş tutuklu mu? Evet, tutuklu.

Cumhuriyet Halk Partisi’nin ve sadece Cumhuriyet Halk Partisi ile sınırlı kalmayarak on dört milyon artı oyla, yaklaşık on beş buçuk milyon seçmenin iradesiyle cumhurbaşkanı adayımız olan; İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanımız Ekrem İmamoğlu ve onunla birlikte çok sayıda belediye başkanımız bugün tutuklu halde mi? Evet, tutuklu halde.

Peki, bu baskılar, gözaltılar, bu operasyonlar, operasyon sözcüğü bile hafif kalıyor, bunun adı siyasi darbedir. Darbelerin illa tankla, tüfekle yapılması gerekmiyor.

O nedenle sadece bununla da sınırlı değil.

Başka ne yapıyorlar? Basını susturmaya çalışıyorlar. Çok az sayıda kalan; halkta teveccüh görmüş kanalları (Halk TV, Sözcü TV, diğer mecralar) bir kıskaca almak, kumpaslarla baskı uygulamak suretiyle susturmaya çalışıyorlar mı? Evet, susturmaya çalışıyorlar.

Bundan sonraki hamleleri ne olacak? Hiç arzulamayın ama bekleyebilirsiniz: Bu televizyonların ruhsatlarının iptali noktasına doğru adımlar atılabilir.

Peki, sadece bununla mı sınırlı? Hayır.

Bu ülkede grev dediğiniz zaman aklınıza gelen en son grev nedir, arkadaşlar? Grevleri yasaklıyorlar. Gerekçe hazır: milli güvenlik veya sağlık… Ne alakası varsa grev yasaklamaları başlıyor.

Başka seyahat özgürlüğümüz engelleniyor. İstanbul’un giriş çıkışı yurttaşlara kapatıldı; belli bölgelerin, illerin, ilçelerin girişine çıkışına yasak koyanlar var.

Bütün bunların yanı sıra demokrasinin olmazsa olmazı milli iradedir; egemenliğin halkta olmasıdır. Bize şunu anlatmaya çalışıyorlar: Can Atalay olayında dediler ki “Siz kimsiniz de milletvekili seçiyorsunuz? Ben bilirim.” Yasal yollarla hiçbir engel olmamasına rağmen; Anayasa Mahkemesi kararına rağmen Can Atalay’ın milletvekilliği düşürüldü. Mesaj çok açıktı: “Ben bilirim, ben belirlerim.”

Bunu sadece onunla sınırlamayın. Önümüzde dönemde üzerimize gelecek baskılardan bir tanesi de budur. Başta genel başkanımız olmak üzere milletvekillerimiz üzerinden dokunulmazlıkların kaldırılması operasyonuna da düğmeye basacaklarından emin olabilirsiniz.

Peki bununla mı yetindiler? Hayır.

Yerel yönetim seçimleri, halk iradesi ortaya koyuyor. Milyonlar “Ben belediye başkanımı ve partimi tercih ediyorum, sandıkta irademi ortaya koyuyorum” diyor. O diyor ki “Hayır, belediye başkanını da ben belirlerim.” Halkın iradesi nereymiş?

Peki bununla sınırlı kalıyor mu? Hayır. Bir aşama daha öteye geçtiler: Muhalefeti de ben belirlerim, ben dizayn ederim, diyor. Onun adı nedir? Cumhuriyet Halk Partisi’nin genel başkanını, il başkanını, kim olacağını ben bilirim, ben belirlerim demeye çalışıyorlar.

Şimdi sevgili arkadaşlar, sözümün başında dediğim gibi oyun çok büyük. İşte bu oyun değil; ilmik ilmik, aşama aşama planlanarak hayata geçirilmeye çalışılan bir siyasal strateji.

Sadece bununla sınırlı mı? Bunu da sınırlayamayız.

Neden? Sevgili Kenan söyledi, birkaç arkadaşımız söyledi: tılsımlı sözcük “birlik-beraberlik”. Birlik beraberliğe kimsenin itirazı olmaması lazım; evet. Ama onu tanımlamamız lazım: Nerede birlik beraberlik olduğunun adını koymamız lazım. İktidar bu siyasal stratejisini hayata geçirirken yanındaki ortaklarıyla yalnız yürümüyor. İkimizin dışındaki işbirlikçilerle yol yürümeye çalışıyor. O zaman, o insanlarla bizim birlik-beraberlik adına yürüyeceğimiz yol yoktur.

Bu süreç, siyah-beyaz’ın içerisinde aynı zamanda bir billurlaşma, bir arınma dönemidir. Cumhuriyet Halk Partisi’nin hanesine tecavüz edilmiştir. İstanbul İl Başkanlığı binlerce polis aracıyla kuşatma altına alınmış; partililerimiz ve bizimle dayanışmaya gelen yurttaşlarımız yoğun biber gazı, çokça cop ve plastik mermiyle ne yazık ki parti binasına müdahale ile karşılaşmıştır.

Ne yapalım şimdi? Susalım mı? Bir tek kınama açıklaması yapmayan eski genel başkanları, milletvekillerini ya da yöneticileri sorgulamayalım mı?

Sevgili arkadaşlar, bu arkadaşlarımız partimizin tüzüğünü bir kez daha açıp okusunlar: Eylem partinin eylemidir; başarı partinin başarısıdır. Hiç kimsenin, hiçbirimizin partinin kurumsal kimliğinin önüne geçme hakkı ve şansı yoktur. O nedenle bu dönem aynı zamanda bir nurlanma ve arınma dönemidir.

Peki iktidar bunları niye yapıyor? Bu siyasal stratejinin daha gidilecek yolu olduğu da çok açık.

Sevgili arkadaşlar, elbette Cumhuriyet Halk Partisi ülkenin yarınıdır, geleceğidir; özgürlüklerin teminatıdır; laik, demokratik Cumhuriyet’in son kalesidir. O nedenledir ki Cumhuriyet Halk Partisi’ni bir yandan içten çökertmeye çalışırlarken diğer yandan da farklı hamleler yapmaya çalışıyorlar. Uyanık olmak zorundayız.

“Süreç” adı altında bir çalışma başlatıldı. Cumhuriyet Halk Partisi o komisyonda yerini aldı; günü geldiğinde Türkiye’ye gerçekleri aktarmak üzere.

Burada temel mantık ne? Adı “tılsımlı” değil mi? “Milli kardeşlik, dayanışma, demokrasi.” Hangi kardeşlik? Hangi dayanışma, hangi demokrasi?

Önümüzdeki günlerde bir açılım daha karşımıza gelecek: “Alevi açılımı.” Oradan da içimize sirayet etmeye çalışacaklar; ama her bir arkadaşımızın uyanık olma zorunluluğu vardır.

Ben bir paylaşım yaptım diye söylenmedik laf bırakılmadı. Herkesi sorumluluğa davet ettim. Ne var bunda? İsim vermedim. Kendimi de o yazının konusu yaptım. Hepimizin tarihsel sorumluluğu var diye.

Ama içimizden kim Devlet Bahçeli’ye gidip destek verecek? Ve göreceksiniz, 29 Ekim’de o Devlet Bahçeli Hacı Bektaş’ta bir açılış gerçekleştirecek. Ne yapalım şimdi? Yüz yıllık tarihimiz mi unutulsun? Hazreti Hüseyin Kerbela’da boşuna mı ölmüş? Nedenle hepimize görev düşüyor, arkadaşlar.

Bir yandan doğrudan Cumhuriyet Halk Partisi’ni hedef alan strateji; öte yandan bir kuşatma içerisinde Kürtler ve Aleviler üzerinden de başka stratejilerin devreye sokulacağını, sokulduğunu asla unutmayalım.

Kamuoyuna bir şeyler ifade ettiler: “Hileli seçimler.” Bunu buradan söylemeyeceğiz artık; çünkü o sorunun paylaşılırsız. Eğer bir hileli seçim olduğunu düşünüyor ve bunun önlemini biz alamıyorsak, o zaman eksiklik bizdedir arkadaşlar. Bu da bir siyasal strateji.

Unutalım mı? Dönelim geriye: Geçmişteki hatalarımızdan arınarak yüzümüzü geleceğe döndüğümüzde önlemler almak zorundayız. 2017’ye dönelim: mühürsüz oyların geçerli kılınmasını hatırlayalım. Dahası da var ama söyleyelim.

Türkiye Cumhuriyeti’nde iktidar, ortakları ve içimizdeki az sayıdaki işbirlikçileri ne yaparlarsa yapsınlar, halk iktidarının önüne geçemeyecek.

Müjdeler olsun ki en yakın zamanda Cumhuriyet Halk Partisi’nin önderliğinde halk iktidarımızı kuracağız. Ama bunun koşulları var.

Koşul da şudur: Sevgili başkanlarımızın, konuşmacıların ifade ettiği gibi Rahmi Çınar Başkan konuşmasının bir yerinde dedi ki “Mazeretimiz yok.” Evet, çok çalışacağız. Onlar bununla yetinmeyecek; üzerimize daha fazla gelecekler. Biz de bu durumla yetinmeyeceğiz. Onların her türlü saldırısını püskürteceğiz ve halkımızla birlikte Cumhuriyet Halk Partisi’nin iktidarını yaratacağız.

Ama bu iktidar asla ve asla sadece Cumhuriyet Halk Partililerinin iktidarı olmayacaktır. Bu iktidar Türkiye ittifakının; bu kötülüklerden rahatsız olan, şikâyet eden tüm kesimlerin iktidarı olacaktır ve bu yolu asla yalnız yürümeyeceğiz, arkadaşlar.

Bu yolda yanımızda bütün demokratlar olacak; sağımızda, solumuzda siyasal partiler, sendikalar, meslek örgütleri, sivil toplum kuruluşları ve milyonlarca halkımızla bu yürüyüşte asla yalnız kalmayacağız.

Derdimiz mutlak surette o sandığı getirmektir ve o sandık mutlaka gelecek; getireceğiz o sandığı.

Kasım bizim için biçilmiş tarihtir. İkinci tarihimiz ise bugün ilan edilmek kaydıyla 2026 yılının ilkbaharında yapılacak bir seçimdir. Onun dışında erken seçime Cumhuriyet Halk Partisi’nin kapıları kapalıdır.

Bu ne anlama gelmektedir? Recep Tayyip Erdoğan’ın bir daha aday olamayacağı anlamına gelmektedir. Başka: Cumhuriyet Halk Partisi, mevcut anayasa uygulanmadığı sürece ne yaparlarsa yapsınlar hiçbir şekilde anayasa değişikliğine asla onay vermeyecektir. Bu ülkede bunların eliyle otoriter rejimi meşrulaştıracak hiçbir çabanın içinde olmadık, olmayacağız.

Sevgili dostlar, söz çok; ama sözü burada noktalamak lazım. Benden sonra da konuşmacılar var.

Benim çok sevdiğim, bazı konuşmalarımda kullandığım Ernesto’nun son sözüyle sözlerimi tamamlayayım. Bir arkadaşım atıf yaptı; sevgili Ferhat “komünist bıyıklı” dedi. Devrimci tavır, devrimci inancın yansımasıdır. Eğer bir insan sıkça “devrimciyim” diyor ama devrimci gibi davranmıyorsa, o bir sokak serserisidir. O halde devrimci gibi davranacağız. Devrimci gibi mücadele edeceğiz. Asla boyun eğmeyeceğiz, itaat etmeyeceğiz ve Cumhurbaşkanı adayımız kavuşturulacağı kadar ve halk iktidarını kavuşturulacağı kadar mücadelemize devam edeceğiz."