Seyitgazi’de yaşanan orman yangını sonrası yalnızca ağaçlar değil, yürekler de küle döndü. Söz bitse de tablo konuşuyor. Alevlerin ortasında kalmış ormancıların sesi, zeytinliklerin suskunluğu, ardında bıraktığı is kokusu ve cevapsız sorular…

OKK İklim Krizi ve Çevre Çalışma Grubu adına Nezahat Telci durumu şu sözlerle özetledi:
“Yalnızca bir doğa parçasını değil; kültürümüzü, geleceğimizi, evlatlarımızı savunmak için sesleniyoruz. Her şehit düşen ormancı, her söndürülemeyen yangın, torba yasalarla gelen tehdit, bize bir şeyler anlatıyor.”

Yangın alanında yaşananlar Telci'nin sözlerine yansıyan sadece duygu değil, aynı zamanda kayıt altına alınmış bir gerçeklik. Seyitgazi’de helikopterin su sıkmasını bekleyen işçinin, “Ben anlamam ağabey güvenli bölgeden. Bunda 80 milyonun hakkı var” diyerek görev yerinden ayrılmayışı, geçim derdiyle yan yana duran “Maaşımızı zamlı alabilecek miyiz?” sorusu, 10 günlük evliyken yangında yaşamını yitiren işçinin geride bıraktığı hikâye…

Kaplumbağaların sırtlarında taşınması, AKUT gönüllülerinin her çağrıda görev başında oluşu ve isimsiz binlerce canlının sessiz çığlıkları, bu yangının yalnızca ağaçları değil, ülkenin vicdanını da yaktığını gösteriyor.

Ancak mesele yalnızca yangın değil. Gündem, Torba Maden Yasası’nın 11. maddesi ile İklim Kanunu’nun 5. maddesi arasında kalan bir çatışmanın tam ortasında. Telci’nin ifadesiyle “Bir yanda doğayı koruma vaadi, diğer yanda taşınabilir zeytinlik kavramıyla şirketlere alan açılması…”

Zeytin ağaçlarının yılda 11 ila 14 kilo karbondioksit tuttuğu, binlerce yıllık bu ekosistemin yalnızca tarım değil iklim kriziyle mücadelede de ana hatlardan biri olduğu artık sır değil. Ama şimdi, bu zeytinliklerin maden ruhsatlarıyla tehdit edildiği bir dönemdeyiz.

İklim Kanunu sürdürülebilirliği temel alırken, Maden Kanunu “kamu yararı” bahanesiyle bu korumayı delik deşik ediyor. Bu da yalnızca doğa değil, hukuk sistemi açısından da büyük bir tutarsızlık demek.

Telci’nin aktardığına göre, sorun yalnızca çevresel değil. Aynı zamanda ekonomik ve etik. Çünkü en az katkı sunanlar en ağır bedeli ödüyor. “İklim adaleti olmadan halkın yararı da olmaz,” diyerek, meselenin kişisel değil, yapısal olduğunu vurguluyor.

İklim krizine neden olan faktörler ise net: Fosil yakıtlar, ormansızlaşma, monokültür tarım, aşırı sulama, hayvancılık, sanayi ve kontrolsüz tüketim. Tüm bunların sonucunda buzullar eriyor, türler kayboluyor, ormanlar yanıyor ve denizler yükseliyor.

Nezahat Telci'nin çağrısı açık: “Bu artık bir dur deme zamanıdır.”
Pandemiye hazırlıksız yakalanan, sel ve depremlerde sınıfta kalan bir sistemin, orman yangınlarına da hazırlıksız oluşu, sorunun ne kadar derin olduğunu gösteriyor.

OKK Grubu’nun #ZeytinimeDokunma, #OrmanYangınlarıİçinGerçekÖnlemler gibi etiketlerle dile getirdiği talepler de bu çağrının bir parçası. Çünkü konu yalnızca bir ağaç değil. Bu kez mesele, toprakla birlikte susan bir geleceğin sesi.