Eskişehir'de konuşan Anahtar Parti Genel Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Fatih Yalçın şu ifadeleri kullandı;
"Eskişehir bir eğitim şehri olduğu için biz de Eğitim Politikaları Başkanlığı olarak ilk çalıştayımızı Eskişehir’de yapalım istedik. “Eğitimin Temel Sorunları” konulu bir çalıştay düzenledik. Bu vesileyle Eskişehir’e geldim. Üniversitelerimizden, farklı üniversitelerden çeşitli akademisyenler, öğretmenlerimiz ve uzmanlarımızın katıldığı bir çalıştay yürütüyoruz. Çalıştayın birinci bölümünü bitirdik. Sizinle buluşmak için buraya geldik. Öncelikle hepinize katılımlarınızdan dolayı teşekkür ediyorum.
Öncelikle çalıştaydan da ufak bir bilgi vereyim. Bu, seri çalıştay dizisi şeklinde yapacağımız bir çalışma. Nasıl bir şey yapacağız? İlk önce bugünkü çalıştayımızda eğitimin temel sorunlarını belirlemeye çalışacağız. Daha sonra bu temel sorunlar üzerinden farklı bölgelerde spesifik çalışmalar yapacağız ve çözüm önerileri üretmeye çalışacağız. Biz Anahtar Parti olarak “Kilit Sorunlar, Anahtar Çözümler” başlığıyla bütün politika başkanlıklarında bu tarz çalışmalar yapıyoruz.
Türkiye’nin eğitim problemleri öyle bir çalıştaya sığdırılamayacak kadar çok. Yapısal problemler var, çağın getirdiği bir takım problemler var, dünyanın tamamının yaşadığı problemler var. Bu problemlere çözüm üretebilmek için elimizde verinin olması gerekiyor. Bu veriye dayalı bir çözüm üretme mekanizması kurmak istiyoruz. Bir arama çalıştayı gibi düşünebilirsiniz. Önce sorunları tespit edeceğiz, daha sonra da alt başlıklar halinde bu çalıştaylar dizisine devam edeceğiz. Şu anda yaptığımız şey, eğitimin temel sorunlarını akademisyenlerle, uzmanlarla ve öğretmenlerle birlikte tespit etmeye çalışmak. Çalıştayımızın mahiyeti bu şekilde.
Biz Anahtar Parti olarak 28 Ekim’de kurulduğumuzda aslında parti programımızda, eğitim programımızda bunu önermiştik. Özellikle lisans eğitimi almak istemeyen, üniversiteye devam etmek istemeyen öğrencilerin 1 yıl veya 2 yıl önceden iş hayatına girebilmesine imkân vermek için onlara standart bir lise diploması vermeyi; ama meslek lisesi veya herhangi bir lisede üniversite eğitimine devam etmek isteyen öğrencilerin de 4 yıl olarak devam etmesini programımızda önermiştik.
Bakanlığın şu anda dedikodu seviyesinde böyle bir çalışması var. Yani daha temellendirilmemiş, karara bağlanmamış bir şey. Burada tabii toplumun şöyle bir beklentisi var: Aslında sihirli değnek dokunarak bütün problemlerini çözeceğine dair bir yaklaşımın bir yansıması bu. Mesela toplumun bir kesiminde lisenin zorunlu eğitimden tamamen çıkarılması gerektiğine dair bir beklenti var. Şimdi OECD’nin yayınladığı raporlara göre “NEET” diye bir kavram var: Ne okulda ne işte öğrenci, yani genç nüfus. Şu anda OECD’nin en yüksek NEET oranına sahip ülkesi Türkiye: %31. Yani 18-24 yaş aralığındaki gençlerimizin %31’i ne okulda ne işte.
Ben “zorunlu eğitimi kısaltalım, liseyi kaldıralım” diyen arkadaşlara diyorum ki: %31’i ne okulda ne işte olan bir gençlik var ve Türkiye’nin aslında bir mesleksizlik problemi var. Demek ki okulu zorunlu olmaktan çıkarttığınızda gençlerimiz sanayiye koşmayacak, işe koşmayacak. Böyle bir problemimiz var. Okul dediğimiz, eğitim dediğimiz şey bir ekosistemdir. Bu ekosistemin içinde “orayı kapattık, burası düzeldi, oraya bir değnek vurduk, düzeldi” diye bir şey yok. Sistemin baştan aşağıya dizayn edilmesi lazım.
Ama meslek lisesinde okuyorum, üniversite okumayacağım, iş hayatına erken girmek istiyorum diyen öğrencilerin bir yıl öncesinde mezun olabilmesi makul bir imkân. Biz de programımızda bunu önermiştik. Yine meslek lisesinde olup üniversiteye devam etmek isteyen öğrencilerin de son bir yılını, yani 12. sınıfı üniversiteye hazırlık yılı olarak yapılandırmayı önermiştik. Çünkü şöyle bir problem var: Malumunuz mesleki eğitimde akademik derslerin sayısı düşük. Bu yüzden meslek lisesi öğrencilerimiz üniversite sınavlarında yeterli başarıyı gösteremiyor. On ikinci yılı onlar için bir lisans eğitimine hazırlık süresi olarak öneriyoruz.
Hükümetin kısaltma önerisini destekliyoruz ama bunu nasıl bir mantıkla yapacaklarını, nasıl planlayacaklarını da görmemiz gerekiyor. Çünkü maalesef Millî Eğitim politikalarında adı var, kendi yok bir sürü işimiz var. Yani istatistiklerde güzel şeyler sunuluyor ama realitede sahada gördüğümüz bambaşka bir şey var. Kaybolan bir gençlik var, kaybolan bir nesil var.
Meslek eğitimini 1 milyon 800 bin öğrenciye çıkartmışsınız ama meslek eğitiminde istihdam oranınız hâlâ %60. Ve bu %60’ın epeyce bir kısmı aldığı mesleğin dışında çalışıyor. Yani süreyi kısaltarak mucizevi bir şey yaratamayız. Ama böyle bir beklenti var. Sanayinin de böyle bir beklentisi var. Üretim sisteminin böyle bir beklentisi var. Daha erkenden iş hayatına girsin çocuklarımız diye. Bir yıl isteyenler için bir yıl bir kısaltma yapılabilir. Biz de zaten bir yıl önce önermiştik, destekliyoruz.
6 buçuk milyon üniversite mezunu işsiz olduğuna dair haberler çıkıyor. Sanayiciler “eleman yok” diyor, gençler “iş yok” diyor. Burada bir “beceri uyumsuzluğu” dediğimiz bir şey var. Az önce söylediğim gibi, meslek eğitiminde adam elektrikten mezun oluyor ama büro ofis elemanı olarak çalışıyor. Yani sanayinin beklentileriyle eğitimin ürettikleri örtüşmüyor. Bundan 20 yıl önce devletin fabrikaları, işletmeleri vardı; devlet istihdam aracılığı yapıyordu. Ama devlet sektörden çekildi, şimdi tamamen özel sektöre bıraktı.
OECD ortalamasına göre meslek eğitiminin %60’ı özel sektörle yürütülüyor. Yani sanayici kendi meslek eğitim kurumunu kuruyor, ihtiyacı olan kriterleri kendisi belirliyor, devlet de destek veriyor. Böylece özel sektörle mesleki eğitim buluşunca istihdam garantisi doğuyor. Avrupa’daki istihdam oranının yüksek olmasının sebebi biraz da bu. Bizde ise özel sektörün mesleki eğitimdeki oranı %5, %95 devletin elinde. Devlet, sahanın hızına yetişemiyor. Sahanın beklentileriyle devletin verdiği eğitim örtüşmeyince sanayici de diyor ki: “Senin gönderdiğin öğrenci benim işime yaramıyor. Senin diploman benim için kıymetli değil. Ben onu yeniden yetiştirmek zorundayım.”
Sanayicilere de şunu söylemek lazım: Dünyanın her yerinde, hangi okulda mezun olursa olsun, sanayide bir eğitim süreci vardır. Ben üniversite hocasıyım, eğitim fakültelerinde yıllarca çalıştım. Öğretmen yetiştiriyoruz ama verilen diploma ile birinin tam anlamıyla yeterli bir öğretmen olması mümkün değil. Kuruma gidecek, orada öğrenecek. Bizim iş insanlarımız istiyor ki öğrenci gelir gelmez her şeyi bilsin. Böyle bir şey yok. Yetişmiş ve yetkin eleman okullardan çıkmaz.
Meslek eğitiminde trend de değişiyor. Örneğin Almanya’daki dual sistem artık değişmeye başladı. Çünkü hiçbir meslek sabit kalmıyor. Artık her meslek erbabının yapay zekâ, otomasyon bilmesi gerekiyor. Sanayide çalışacak insanların yalnızca fiziksel değil zihinsel yeterliliklere de sahip olması şart.
Onun için “zorunlu eğitim kaldırılsın” diyenlere soruyorum: Bugün ortaokul mezunu bir genç hangi işte çalışabilir? İnşaatta amelelik belki. Ama otomotivde çalışacaksa otomasyon bilmesi lazım. Ortaokul bunu verebilir mi? Dolayısıyla herkesin kendini geliştirebileceği bir eğitim sürecine tabi tutulması şart.
Eskiden bir mühendis mezun olurdu, 30 yıl aynı bilgiyle çalışıp emekli olurdu. Ama bugün hiçbir meslekte mezun olduğunuz bilgiyle emekli olamazsınız. Sürekli kendinizi yenilemeniz gerekiyor. Dünya beceri merkezli eğitim sistemine geçti. Bizim de buna ayak uydurmamız gerekiyor.
Türkiye’de mesleki eğitim uygulamaları (MESEM ve Anadolu meslek liseleri) birbirinden farklı yapılar sunuyor. Bunların sentezlenmesi gerekiyor. Ancak burada da en büyük sorun süreklilik. Bakanlar sık sık değişiyor, politikalar sil baştan yapılıyor. AK Parti iktidarında Millî Eğitim’de 10 bakan değişti. İki yıla bir bakan düşüyor. Bu kadar sık değişimin olduğu bir yerde uzun vadeli vizyon inşa edilemiyor.
Fatih Projesi en büyük yatırımlardan biriydi ama sonuç ne oldu? Firmalara para ödendi, altyapı eksik kaldı. Tablet dağıtıldı ama içerik yoktu. Akıllı tahta vardı, internet yoktu. Yani sahada karşılığı olmadı. Üstelik ekran bağımlılığı arttı. Türkiye, OECD ülkeleri arasında ekran bağımlılığının en yüksek olduğu ülkelerden biri haline geldi.
Pandemi bize gösterdi ki tamamen dijital bir eğitim doğru değil. Çok ciddi öğrenme kayıpları yaşadık. Özellikle Anadolu’daki öğrenciler içeriklere ulaşamadı.
Bir başka acı gerçek de çocukların açlık sorunu. Türkiye’de 7 milyon çocuk yoksulluk sınırının altında, 2 milyon çocuk açlık sınırının altında. Çocuklarını aç bırakıyorsanız fırsat eşitliğini yok ediyorsunuz. Çünkü protein alamayan çocukların zekâsı, fizyolojisi gelişmiyor.
Bir devletin en büyük projesi çocuklarının karnını doyurmak olmalıdır. Çocuklarınız açsa, önce onların karnını doyuracaksınız. Çılgın projelerden önce çözülmesi gereken budur."