İYİ Parti Eskişehir İl Başkanı Serdar Ulucan şu ifadeleri kullandı;

“Asgari ücret, 2025 yılı itibarıyla yaklaşık 22.104 lira seviyesinde belirlendi. Oysa biz, 2025 yılının başında asgari ücretin 28.000 lira olması gerektiğini, o dönem Aralık ayındaki Meclis grup toplantımızda genel başkanımız aracılığıyla açıkça dile getirmiştik.

Bugün gelinen noktada açlık sınırı 30 bin lira, yoksulluk sınırı ise 90 bin lira seviyelerine ulaşmış durumda. Buna rağmen asgari ücrete yapılması konuşulan olası artışların kamuoyunda 27-28 bin lira civarında beklentilerle sınırlı kaldığını görüyoruz. Mevcut ekonomik tabloya baktığımızda, vatandaşın açlık ve yoksulluk sınırının altında yaşamak zorunda bırakıldığı, temel ihtiyaçlarını karşılayamadığı, geçim mücadelesi verdiği ve sosyal adaletin olmadığı bir düzenle karşı karşıya olduğumuz açıktır.

Asıl meseleye baktığımızda ise, 2017 referandumunun ardından geçilen ve Türk tipi Cumhurbaşkanlığı sistemi olarak adlandırılan tek adam rejimiyle birlikte, bitmeyen yaklaşık 8 yıllık bir ekonomik kriz süreci yaşandığını görüyoruz. Bu süreçte vatandaş, çalışan, işçi, emekli ve çiftçi her geçen gün kaybetmekte, toplum giderek daha fazla yoksulluğa itilmektedir.

Sağlıklı ve tutarlı ekonomik politikalar uygulanmadığı sürece, bugün asgari ücretin yoksulluk sınırı olarak ifade edilen 90 bin liralara çıkarılması dahi, işverenler üzerinde farklı yükler oluşturacak ve enflasyon dengelerinde yeni sorunlara yol açacaktır.

TÜİK’in açıkladığı veriler ile ENAG’ın ya da ilgili sendikaların paylaştığı enflasyon oranları arasındaki farklar bu durumu açıkça ortaya koymaktadır. TÜİK, kendi yöntemleriyle şekillendirdiği ve gerçekliği tartışmalı bir veri sistemi içinde hareket etmektedir. Nitekim son yılların en düşük enflasyonunun Aralık ayında açıklanması da, asgari ücret, memur ve emekli zamları henüz vatandaşın cebine girmeden yapılan bu hesaplamaların gerçeği yansıtmadığını göstermektedir.

Bu sistem değişmeden, liyakatin esas alınmadığı mevcut yapı devam ettikçe ve güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçilmedikçe, ne kadar zam yapılırsa yapılsın, bu artışlar çeşitli vergiler ve farklı uygulamalar yoluyla vatandaşın cebine girmeden geri alınacaktır.

Artık açıkça söylüyoruz: Mevcut iktidarın ortaya koyduğu tabloda tuz kokmuştur. Tüm yük milletin, vatandaşın omuzlarındadır. Vatandaş, 2026 yılında da açlıkla, yoksullukla ve geçim sıkıntısıyla mücadele etmeye devam edecektir. Geçmişte sıkça söylenen “Mart, Nisan’ı aratmayacak”, “Mayıs, Nisan’ı aratmayacak” sözleri bugün yerini, her geçen yılı arar hale geldiğimiz bir tabloya bırakmıştır.

Bu gidişatın durdurulması ve sorunların çözülmesi için, güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçiş artık acil bir ihtiyaçtır.

Açlık sınırının altında bir emekli maaşının ya da asgari ücretin düşünülmesi zaten başlı başına doğru değildir. Ancak mevcut hükümet politikalarına hangi açıdan bakarsak bakalım, tablo değişmemektedir. Şu anda Meclis’te bütçe görüşmeleri yapılmaktadır. Ayrılan ödeneklere baktığımızda, bu kaynakların doğru alanlarda kullanılmadığını geçmiş yıllarda açıkça gördük. Bu yıl da farklı bir sonuç ortaya çıkmayacaktır. Bu nedenle biz bu bütçeyi açıkça “tükeniş bütçesi” olarak tanımlıyoruz.

Bu tükeniş bütçesiyle birlikte 2026 yılında yalnızca emekliler değil, ülkeye istihdam sağlayan işverenler de üretim yaparken zarar etmektedir. İşverenler, işçiler, emekliler ve milletin efendisi olarak tanımlanan çiftçiler; ürettiklerinin, emeklerinin karşılığını alamamakta ve her geçen gün daha fazla erimektedir.

Bu tablonun temelinde, tek adam rejimi olarak adlandırılan sistemin yarattığı yapısal bozukluk vardır. Ehliyet ve liyakatin ortadan kalktığı, adam kayırmanın ön planda tutulduğu bu sistem değişmediği sürece, millet olarak bu ekonomik ve sosyal sıkıntıları yaşamaya devam etmek zorunda kalacağız.

Emeklilerin durumu ise herkesin gördüğü üzere en ağır noktadadır. Açlık sınırının altında maaş alan emekliler, torunlarına harçlık veremez, bir kahveye çıkıp çay içemez hale gelmiştir. Bugün konut kiraları 20.000 lira seviyelerindeyken, emeklilerin 14.000–14.500 lira gibi maaşlara mahkûm edilmesi ya da öngörülen 17.000–20.000 lira aralığındaki rakamların konuşulması, emeklilerin temel toplumsal ihtiyaçlarını dahi karşılayamayacağı anlamına gelmektedir. Bu durum, emeklilerin geçim sıkıntısı içinde, sosyal adaletin olmadığı bir düzende yoksulluğa ve yoksunluğa itilmesidir.

Oysa emekliler, yıllar boyunca bu ülkeye emek vermiş, çalışmış, üretmiş, istihdam sağlamış ve ülkeyi ayakta tutmuştur. Buna rağmen mevcut hükümetin bakanları, ilgili kurumları ve SGK yöneticileri, emeklilere ödenen maaşları adeta bir yük gibi görmektedir.

Sosyal devlet anlayışının fiilen ortadan kalktığını, Cumhuriyet düzeni içinde insanların emeğinin karşılığını alamaz hale geldiğini net biçimde görüyoruz. Bu sadece emeklilerin sorunu değildir. Üreten, çalışan, çiftçi, esnaf; toplumun hiçbir kesimi mutlu değildir ve herkes ciddi bir geçim mücadelesi vermektedir.

Çıkarılan yasalar ise toplumun genel yararına değil, ağırlıklı olarak iktidara yakın çevrelere avantaj sağlayacak şekilde düzenlenmektedir.

Sağlık alanında da benzer bir tablo vardır. Emeklilerin yaş koşulları göz önüne alınarak sağlık hizmetlerine erişimin kolaylaştırılması gerekirken, sistem tamamen dijital ortama taşınmıştır. Emeklilere hastanelerde kuyruk beklemeyecekleri söylenmiş, ancak bugün birçok emekli saatlerce bilgisayar ya da telefon başında beklemesine rağmen doktor randevusu bile alamaz hale gelmiştir.

Tüm bu sorunların temel kaynağı, tek adam rejiminin yarattığı bu sistemdir. Sistem değişmeden, adalet, liyakat ve sosyal devlet anlayışı yeniden tesis edilmeden, yaşanan sorunların çözülmesi mümkün görünmemektedir.

Ahmet Sivri’nin Büyükşehir Belediye meclisinde bu şekilde konuşması, kendi yapamadıklarını ve eksikliklerini büyükşehir belediyelerinin ya da diğer belediyelerin üzerine yıkarak kendi hatalarını örtme çabasından ibarettir. Yıllardır Eskişehir’de, kentin gelişimine çok önemli katkı sağlayacak Kuzey-Güney Çevreyolu projeleri konuşulmasına rağmen, Genel İktidar’ın bu projeleri hayata geçirmediğini görüyoruz.

Yerel belediyeler açısından baktığımızda ise, yapılan yatırımların ve hatta bakanlıklardan gelen belediye yatırımlarının dahi iktidara yakın belediyelere yönlendirildiğini, muhalefette olan belediyelerin bu konuda geri bırakıldığını görüyoruz. Özellikle Türkiye’nin en büyük kenti olan İstanbul üzerinden ve genel olarak tüm büyükşehirler özelinde baktığımızda; Tasarruf Tedbirleri, yolsuzluk ve rüşvet davaları gibi gerekçelerle belediyelerin adeta çalışamaz, iş yürütemez hale getirildiğini, belediye çalışanları ve yöneticileri üzerinde ciddi bir baskı ve mobbing uygulandığını da görüyoruz.

Asıl büyük hata ve yanlış ise 2014 yılında, yine mevcut iktidar tarafından getirilen Bütünşehir Yasasıdır. Bu yasa ile Eskişehir Büyükşehir Belediyesi sınırları içine dahil edilen 12 kırsal ilçedeki köylerin mahalle statüsüne geçirilmesi sonucu, bu bölgelerin tüm yükü Büyükşehir Belediyesi’nin üzerine bırakılmıştır. Bu durum, Büyükşehir Belediyesi’ni ciddi anlamda zor bir konuma sürüklemiştir. Burada da mevcut iktidarın kendi yanlış ve yetersiz uygulamalarının faturasını belediyelere kesmesi doğru değildir.

Bugün baktığımızda Eskişehir Büyükşehir Belediyesi’nin iki yıl içinde çok büyük ve yüksek rantabl bir proje vizyonu ortaya koyamamış olması eleştirilebilir. Ancak buna rağmen, mevcut iktidarın belediyelerin iş yapmasını engelleyen ciddi zorluklar ve dayatmalar uyguladığı da ortadadır. Bu nedenle tatavallı siyaseti bir kenara bırakıp, “siz şunu yaptınız, siz bunu yapmadınız” söylemleri yerine, şehrin merkezinde yer alan küçük sanayi projesi gibi somut sorunlara odaklanmaları gerekir. Sayın Valimizin de dahil olduğu bir platform kurulmuştur. Öncelikle bu platform üzerinden somut adımlar atılarak çözüm üretilmelidir.

Bizler İYİ Parti olarak; gerek mevcut iktidarın, gerek Büyükşehir Belediyesi’nin ya da ilçe belediyelerinin ortaya koyacağı her doğru projede, üzerimize düşen sorumluluğu almaya ve yanlarında durmaya hazırız. Çünkü bizim için öncelik, her zaman Eskişehir’dir.