Türkiye Basketbol 2. Ligi’nde üst üste aldığı galibiyetlerle çıkışa geçen Eskişehir 26 Basketbol'un Başantrenörü Enes Akdilek şu ifadeleri kullandı;

"Bizim sezon başı yapılanmasında şöyle bir projemiz vardı. Altyapı sporcularına bir altyapı kuralım ve gelecekte uzun süreli bir organizasyon yapalım. A takım kadromuzda daha düşük bütçeli, mütevazı bir takım kurma niyetimiz vardı. Ama sporun gerektirdiği o mücadele ve hırs nedeniyle yöneticilerimiz, Kulüp Başkanımız İsmail Koçak, Genel Menajerimiz Turgay Tatlı ve İdari Menajerimiz Can Tünal kulübün gerek ekonomik gerek organizasyon gerekse Eskişehir kamuoyunda yer alabilmesi için cidden büyük efor sarf ediyorlar.

Sonrasında biz ilk 2 maçımızı kazanınca kulübümüzün ve bizlerin ortak paydada çok iyi gideceğini gördük. Kulüp hedefi bir anda "Daha iyisini yapabilir miyiz?" diyerek değiştirdi. Ama orada maalesef talihsiz sakatlıklarımız oldu. Orayı hızlıca geçeceğim. Daha sonrasında çok önemli 3 transfer yaptık. Bunu tamamen yönetimin başarısı olarak görüyorum. Çünkü hepsi benim daha önceden çalıştığım, final grubunda oynadığım ve ligi bilen iyi oyunculardı. Kemal Canbolat, Barış Çağan Özkan ve Alperen Demir'i kadromuza kattık. Mevcut oyuncularımızla birlikte iyi bir harman oluşturduk.

3 maç üst üste kazanıyoruz ve zaten kaybetmeyi çok düşünmüyoruz. Sakarya çok yüksek bütçeli bir ekiptir ve onların kazanmaya oynamaları gerekiyor. Bir tek Sakarya maçını kaybedilebilir olarak görüyorduk ama bu sakatlıklar bizi biraz yıprattı. Çok şükür bazı negatiflikler bize pozitif olarak döndü. Bu durum bizi oyuncu transferine ve kadro değişikliğine doğru sürükledi. Son 3 maçımızı kazanıyoruz ve iddialı bir takım olduk. Daha önceki süreçlerimde daha agresif bir tutum sergileyen ve takımı kontrol eden bir taraftaydım. Ama en son maçta da sizin belirttiğiniz o sözü söyledim. Çünkü inandığım oyuncu grubuna karşı insiyatif almalarını ve parlamalarını istiyorum. Spot ışıkları benim değil, onların üstünde olsun istiyorum.

Bunu başkanlarımın ve yöneticilerimin olduğu bir soyunma odası konuşmasında da yaptım. Galibiyetlerin tamamen oyunculara, mağlubiyetin ise tamamen koça yazacağını söyleyerek oyuncuların gözü önünde kendimi ateşe atmayı tercih ettim. Çünkü bu iş güven bağıyla yürüyor. Oyuncuların arkalarında olduğumu ve başarısızlıklarında her zaman onlara destek olacağımı bilmeleri gerekiyor. Bizler saha dışında bağıran, çağıran ve agresif olan biri gibi görünüyoruz ama cenazelerinde, hastalıklarında veya düştüklerinde ilk biz yanlarında oluyoruz. O konuda takımla güzel bir sinerjimiz var. İnşallah üst sıralara doğru ilerleyeceğimizi düşünüyorum.

Bu kulübün eski adı, belki biliyorsunuzdur, Eskişehir Birey idi. Orada yönetim bence çok radikal ve güzel bir karar almış. Eskişehir 26 Basket yaparak aslında kendi kurumlarını öne çıkarmaktan ziyade Eskişehir halkına bu oluşumu sunmuşlar. Bu da güzel bir kamuoyu yarattı.

Halkta bu sefer şöyle bir durum oluyor; örneğin Çorlu’ya gidiyoruz, Eskişehir 26 Basket adını gören bir taraftar yanımıza geliyor. İstanbul’a gidiyoruz, Ankara’ya gidiyoruz; adam bir bakıyor, Eskişehir atkısıyla maça gelmiş. Bunu görmek çok güzel. Orada bir kişi duruyor, onun yanına gidiyoruz, alkışlıyoruz, geliyoruz, fotoğraf çektiriyoruz. Aslında içeride ve dışarıda bir kenetlenme oldu.

Zaten çok da söyledim; Eskişehir, futbolda da olduğu gibi spora destek konusunda çok tecrübeli. Size de bahsettiğim gibi, ben bir İzmitli olarak Kocaelispor’un tribünlerinde Hodri Meydan ile büyüdüm. Bu yüzden aynı sinerjinin olması beni de çok motive ediyor. Taraftarla göz göze gelebiliyorum ve onların eleştirilerini de sakince cevaplayabiliyorum; çünkü biz de bunu futbol takımlarında yaptık.

O yüzden taraftar profili çok güzel ve ne istediklerini biliyorum; galibiyet istiyorlar. Biz de yavaş yavaş alıyoruz. Bizim istediğimiz de belli; onların sesi ve gücü. Biz kazandıkça onlar da gelecektir, eminim.

Geçen gün teknik ekiple bir toplantı yaptığımızda kendimizi puan tablosunda şu an 2. sıraya yazdık. 2. sırada olmamız demek, play-off eşleşmelerine daha iyi bir sıralamada ve daha rahat girmemiz demektir. Çünkü play-off’lar çok zor oynanıyor; günlük performanslar, hakem kararları veya hava şartları süreci etkileyebiliyor.

Biz hiçbir şekilde bahane üretmeden kendimize bir alan yaratmak için, şu an zor olsa da kendimizi 2. sıraya koyma niyetindeyiz. Çünkü takım bana bu güveni veriyor. Ben burada durup 'hadi ben 2. olayım' demiyorum; takımın antrenman performansı, maç performansı ve soyunma odası performansı bunu gösteriyor. Çocuklar şu an tabiri caizse 'Biz kaybetmeyiz, biz oynarız, biz şunu yaparız.' diye bağırıyorlar. O yüzden şu anki planımız ligi 2. sırada bitirmek ve play-off’lara avantajlı bir sıradan girmeyi hedefliyoruz.

Altyapı konusunda bu sezon geldiğimizde ekip olarak kendi ilimizden tercihte bulunduk. Çünkü kendi tanıdığımız çocuklar ve antrenör arkadaşlarımız var. Hem U16 hem U18 takımlarını hem de liselerde okul takımını kurduk ve toplamda 8 çocuk getirdik. Şu an bizi başarıyla temsil ediyorlar. Oradaki performansı iyi olan 3 çocuğumuzu da A takım kadrosuna aldık ve lisansları çıktı. Onlar da sırayla, maç maç değişerek A takım kadrosuna giriyorlar. Bunu uzun vadede yapabiliriz. Umarım bu sezonu bu şekilde başarıyla geçirip sene daha fazla oyuncu çıkarma ve Eskişehir'e daha fazla basketbolcu kazandırma konusunda bir hizmetimiz olur.

Bizim oynadığımız salonun büyük bir salon olduğunu kabul ediyoruz. Geçen yıl evimde otururken, Eskişehirspor’un Karşıyaka maçına denk geldim. Hatta Karşıyakalı bir arkadaşımla maça gitmiştik. Eskişehirspor taraftarıyla karşılaştık; fotoğraflar çekildik ve dostane pozlar verdik. O maçtaki ses benim evime kadar geliyordu, bu yüzden televizyonun sesini açmak zorunda kaldım. Maça gidemedik çünkü bilet bulamadık. Bunu bildiğim ve gördüğüm için bizim tribünlerde de biraz boşluklar oluyor; siz de geldiğinizde gördünüz. Basketbolda kendi evinde çok daha büyük bir kalabalığa oynamak, takımın kazanmasını tamamen taraftarın sağlaması demektir. Burada söylemeye çalıştığım şey şudur: Bizim daha iyi savunma yapmamızı, daha çok koşan ve kazanan bir takım hâline gelmemizi sağlayacak olan taraftardır. O boşluklar da dolarsa tüm yapboz tamamlanacak. Takım galibiyetleri ve taraftarın aldığı o keyifle birlikte, ben saha kenarında olabilirim ama tribündekiler bize maçı kazandıracaktır.

Oyuncularımıza şunu öğretmeye çalışıyoruz: Burası büyük bir camia. İsmimizden ve şehrimizden kaynaklı olarak artık işin içine girmemiz gerekiyor. Bir şehri temsil ediyorsunuz ve ona göre hareket etmelisiniz. Daha önceki oyuncularımız daha küçük beldelerin, kurumların veya şirketlerin takımlarında oynadıkları için o şehrin enerjisiyle kendilerini özdeşleştiremiyorlardı. Biz burada yaşıyoruz ve izin günlerimizde de buradayız. Ben burada kahve içiyorum, esnafla vakit geçiriyorum, tiyatroya ve sinemaya gidiyorum. Çocuklarımız sürekli burada olduğu için her selam verdiğimizde kibirden uzak bir tavırla kendimizi tanıtıp onları da aramıza çekmeye çalışıyoruz.

Bu anlamda kulüp iş birliği konusunda iyi gittiğimizi düşünüyorum çünkü okullara gidip seminerler veriyoruz. Profesyonel sporcu olmanın yollarını anlatıyoruz. Halkla kaynaşmış durumdayız; sadece insanların biraz daha galibiyet görmeye ihtiyacı var. Ancak bizim ligimizde maç sayısı azdır. Futbol gibi değil, toplamda 20 maçım var. 3 galibiyetten sonra insanların artık gelmesi lazım çünkü 5 maç sonra ilk yarı, yani ligin yarısı bitecek. Bu yüzden futbol gibi düşünmemek gerekir. 2 galibiyet gördüklerinde hemen ikna olmaları lazım çünkü 6 maç kazandığımızda lig bizim için bitmiş oluyor. Şu an her şey keyifli gidiyor; yolda özellikle küçük çocuklar bizi sık sık durduruyor.

Altyapıdan sporcuları A takıma kattığımız için şu an altyapımıza gelmek isteyen çok sporcu var. Ancak diğer kulüplerdeki arkadaşlarımızı üzmemek adına şu an herkesi geri çeviriyoruz. Örneğin bizim takımda, Eskişehir Basket’te oynayıp hâlâ üst düzey basketbol oynayan gençler var. Milli takıma gidenler oldu; Metecan Birsen, Buğrahan Tuncer, Barış Hersek ve Yunus Emre Sonsırma gibi isimler bizdeyken çok gençtiler. Bu oyuncular taraftar desteğiyle beraber performanslarını artırıp kendilerini gösterdiler.

Şu anki kadromuz oldukça genç bir takımdır. En yaşlı oyuncumuz 1994 doğumlu olan Metecan Birsen'dir. Genç oyuncuları eğitip onlara sahada sorumluluk veriyoruz. Taraftar da işin ciddiyetini görünce oyuncuya bir disiplin geliyor. Oyuncu hata yaptığında taraftarın tepkisinden etkileniyor ve bu baskıyla oynamayı, bu bayrağı dik bir şekilde taşımayı öğreniyor.

Şampiyonluk konusuna gelirsek; eğer ikinci yarıdaki oyun ritmimiz artarsa ve kazanmaya devam edersek ilk 2 sırada bitirip çeyrek veya yarı final oynayacağız. Eğer 3, 4, 5 veya 6. sırada bitirirsek bir eleme maçı oynayıp ardından final müsabakalarına çıkacağız. Şampiyonluk halkla kenetlenince, oyuncular inanarak ve korkusuzca oynayınca gelir.

Ben saha içerisinde agresif tutumlu bir koçum ve bu agresifliği oyun sistemime yansıtıyorum. Bizim hücum süremiz 24 saniye, maç ise toplam 40 dakikadır. Nabzı yüksek olan oyuncunun duyması zorlaştığı için ben de sesimi kullanmayı tercih ediyorum. Saha içinde kavga yok ama disiplin ve hızlı kararlar var. Tüm hücum setlerimizin isimleri ve el işaretleriyle kodlanmış sistemlerimiz mevcuttur. Bu ligde 2 sene önce şampiyonluk kazandığımda da "genç ve hırçın koç" olarak anılıyordum. Ben bu şekilde kazanmayı bildiğim için bana karşı kafa tutacak, pes etmeyecek bir oyuncu grubuyla çalışmayı tercih ediyorum.

Eskişehirspor taraftarı da gelmeli, Eskişehir'deki sporsever insanlar da gelmeli. Çünkü başarı böyle geliyor, taraftarla geliyor, yoğun baskıyla geliyor. Bu durum, oyuncunun üzerindeki baskıyı ve bizdeki baskıyı artırıyor. İnsanoğlu o endişeyi, o kaygıyı ve o baskıyı görmeyince tetiklenmiyor.

Ben çok eskiden biraz basit bir örnek vermiştim. Şimdi herkes çok süratli koşabilir, hızlı koşabilir ama gece vakti bizi bir köpek kovaladığında nasıl kaçıyoruz? Sprint atıyoruz, çok daha hızlı koşuyoruz. Orada da benzer özellikler oluyor; aslında bizi tetikliyor, bizi güçlendiriyor. Adı endişe, kaygı veya her şey olabilir ama sonuç olarak bunlar performansı artıran şeylerdir. Biz erkek olduğumuz için, yani adamız, bu yüzden bu gücümüzü ve cesaretimizi göstermek zorundayız. Zor anlarda bir şeyleri başarmamız gerekiyor. Bu yüzden şampiyonluğun gelmesi için ekleyeceğimiz bir şey daha var; bence taraftarın tribünü doldurması gerekiyor.

Tribünden sesler oluyor. "Hocam ne yapıyorsun, al şunu işte!" Ama bizim yaptığımız iş de budur zaten. Halkın gelip yorumlaması ve söylenmesi gerekiyor. Az önce de söyledim; biz sadece bize güzel şeyler söylenmesini istemiyoruz. Buradaki olay sportif başarıdır ve halkın bu takımla özdeşleşmesi gerekiyor. Bu yüzden kaçırdığımızda bizi yuhalamaları ya da ellerini dizlerine vurup 'tüh' demeleri çok büyük bir problem teşkil etmiyor. Biz zaten kazanmak için sahadayız. Onların sahada yer kaplaması bize çok fazla güç verecektir. Bence bu çok önemli bir unsurdur. Peki hocam, son olarak Eskişehir'deki salon sporlarının çok büyük bir maddi desteğe ihtiyacı var.

Sponsor firmalar konusu idare konular. Bunları en iyi cevaplayacak kişiler yöneticilerimizdir ama ben bir sporcu gibi değil de sadece bildiğim kadarıyla söyleyebilirim. Tamamen bu işin desteğini kulüp başkanımız İsmail Koçak kendi imkanlarıyla yapıyor. Burada aslında Eskişehir’e mal etmesinin amacı halktan da kamuoyundan da maddi açıdan destek görmektir. Şu an birkaç sponsor formamızda da var diye biliyorum.

Ama tabii ki önde gelen şirketlerin de destek olması gerekiyor. Çünkü şu anki mevcut kadromuz çok iyi olmasına ve 3 oyuncu almamıza rağmen mütevazı bir kadrodur. Biz bu 3 oyuncuyu şöyle aldık: 'Gelir misin?' diye aradık yani menajerine gitmedik. 'Alperen, ne yapıyorsun oğlum, gelir misin? Barış kardeşim...' dedik. Barış benim yaşıtımdır, o da 1994 doğumludur. Bu iletişimlerle biz oyuncuları getirdik. Biz Barış'a, Kemal'e, Alperen'e 'Gel buraya, biz sana şu parayı veriyoruz.' diyerek gitmedik. 'Gelir misin? Bir hikaye yazacağız. Lütfen birlikte bir şeyler başaralım. Bu sezondan sonra sana değer katıp ilerleyelim.' dedik. Bu konuda tabii ki de sponsor gücüne ihtiyaç var. Umarım gelir.

Şu an oyuncu grubunu gitmek ve kalmak konusunda yormak istemiyorum. Bir pozisyonda çok ihtiyaç duyarsak, oyunun skorör pozisyonu çok kötüyse ve kısalarda sakatlıklarımız 5-6 hafta dönmeyecekse sıkıntı olabilir. Bizim için 5 hafta uzun bir süredir ve lig bitiyor. Şu an zaten 15 maçımız kaldı. İkinci yarı 10, play-off'lar ise 5 maçtır ve bitiyor. Bu yüzden belki o dönemlerde transfer düşünebiliriz ama şu an yönetim ve biz kesinlikle aynı sayfadayız; transfer düşünmüyoruz.

Kulübün başkanının da söylediği gibi bu işi 4 yıldır yapıyorlar ve öncesi de var. Kulüp başkanımız daha öncesinde de bir kulüp yaptı ve bu işi devamlılık anlamında yapmak istiyor. Yani 3 sene yapayım kapatayım gibi bir düşüncesi kesinlikle olduğunu düşünmüyorum. Zaten kendisi de hep söylüyor. Burada mutlak istediği şey sürekli başarıdır. O sürekli başarıyı istiyor ve kapanır gider gibi bir vizyonu yok aslında kulübün. Çünkü kulüpte kendinden emin olarak adım atılıyor. Biz büyük paralar harcamıyoruz. İşte beni de buraya getirirken gelmemi sağlayan şey para değildi. Güzel bir teklifti. Yani geleceğimle ilgili alabileceğim güzel bir karardı. Tamamen çünkü ben otoriter bir yapıya sahibim ve organizasyonu basketbol olarak kendim yönetmek istiyorum. Bana bunu sundukları için rahat bir tabiri caizse oyun alanım olduğu için ben buraya geldim. Burada kontrol, oyuncunun performansı tamamen benim elimdedir ve ben bunu yönetebiliyorum. Kulübüm bu konuda devamlılık istiyor, fazlasını istiyor ve çok da açılmadan istiyor. Açıkçası çok kasaba kültürü istiyor. Yani o şehir kültürüne devam etmek istiyor. Çok paralarla şampiyonluklar değil; duyguyla, taraftarla, tecrübeyle gelmesini istiyorlar açıkçası."