Eskişehir Ticaret Odası Temmuz ayı meclis toplantısında konuşan Eskişehir Ticaret Odası Başkanı Metin Güler şu ifadeleri kullandı;

"Yerelde çeşitli beklentiler oluşuyor. Ankara ayağında da benzer talepler yükseliyor. Bizim görevimiz de gelen bu talepleri karşılamak ve çözüm üretmek. Bu hepimizin ortak sorumluluğu. Bunu özellikle tekrar vurgulamak istiyorum. Gündemimizde "nefes kredisi" vardı. Bu konuda son 7-8 aydır neredeyse her gün konuşuyoruz. Meclis toplantılarında, basın aracılığıyla her platformda dile getirmeye çalıştık. Nefes kredisi, son olarak Odalar ve Borsalar Birliği'nin bütçesiyle oluşturuldu. Daha önceki uygulamalarda Eskişehir Ticaret Odası'nın bütçesiyle farklı planlamalar yapılmıştı.

Bu dönem sadece ücretsiz oda kayıt belgesi veriyoruz. Şu anda Odalar ve Borsalar Birliği’nin belirlediği bazı bankalar var. Bu bankalarda üst ve alt kredi limitleri belli. Oranlar sabit. Kredi Garanti Fonu (KGF) kredinin %7’lik riskini üstleniyor, kalan %93’lük kısmı bankaların üzerinde kalıyor.

Kaygı var mı? Var. İlk etapta 25 milyar lira dağıtıldı. Ardından ikinci kaynak da hazineye toplu olarak aktarıldı. Ancak Hazine, bu parayı kademeli olarak piyasaya sürme kararı aldı. Nedeni belli. Enflasyonla mücadele. Bu nedenle ikinci ve üçüncü fazda paranın piyasaya giriş süreci kademeli ilerliyor. Yani şu an bu para bankalara ulaşıyor.

Yöntem tartışılır mı? Elbette. Örnek verelim. Bankacı olsanız, karşınıza iki müşteri çıksa... Biri hiçbir riski olmayan, limiti hazır müşteri. Diğeri ise vergi borcu olan, maliyeyle sorunlu bir esnaf. İkinci müşteri haklı olarak “Benim borcum var ama işlerimi sürdürebilmem için bu paraya ihtiyacım var” diyor. Bu doğru. Ama banka, riskin %93’ünü taşıdığı için kendine göre bir plan yapıyor.

Örnekle anlatayım. Diyelim Özgür Alp’in bankada limiti hazır. Evrakını veriyor, dilekçesini imzalıyor ve parasını alıyor. Diğer tarafta krediye hiç bulaşmamış biri var. Bankaya gidiyor, belgelerini teslim ediyor ama 15-20 gün geçiyor, hâlâ sonuç yok. Banka, değerlendirme sürecini uzatıyor. Oysa kredi limiti hazır olanlara para anında çıkıyor. O yüzden yöntem eleştirilebilir. Bu krediyi şu anda alanlar var, almaya devam edenler de var. Ancak benim şahsi görüşüm şu. 2,5 milyon lirayı bir firmaya vermek yerine, 300-400 bin lirayı 7-8 firmaya paylaştırmak çok daha adil olur. Böylece daha çok kişi faydalanır. 40-50 kişi değil, 500 kişi bu krediden yararlanır. Ama şu an uygulama bu şekilde yürümüyor. Biz farklı öneriler sunduk. “Çok sayıda kişiye küçük miktarlarda verelim” dedik. Ancak sonuç alınamadı. Nefes kredisi konusunda ciddi sıkıntılar var. Bunu siz de biliyorsunuz. Bankalarla, Odalar ve Borsalar Birliğiyle görüşüyoruz. Para bankalara aktarıldı. Ancak bankalar kendilerine göre plan yapıyor. Tekrarlıyorum: Kendilerine göre.

Bu sistemde kredi garanti fonu sadece %7’lik riski üstleniyor. Geri kalan %93’lük risk bankalarda. Dolayısıyla onlar da kendi risk hesaplarına göre hareket ediyor. Sistemde aksaklıklar var. İhtiyacı olan değil, “krediye uygun görülen” alıyor. Şu an itibarıyla üyelerimiz arasında nefes kredisi kullananların sayısı oldukça düşük. Bu da sistemin işleyişinde bir sorun olduğunun göstergesidir.

Rakamları değerlendirecek olursak, herkes kendi sistemi içerisinde bir şekilde kredi kullanıyor. Örneğin şu an reeskont kredisi var. İhracat yapma kaydıyla bu kredi kullanılabiliyor. Rakamlar net: 1’e 3 gibi oranlar konuşuluyor. Yani doğru, bugün artık hem özel bankalar hem kamu bankaları bu kredileri vermeye başladı.

Bizim talebimiz şu: Daha uygun şartlarla, daha uzun vadelerle üyemize finans imkanı sağlamak zorundayız. Bir yandan da enflasyonla mücadele var. Politika faizlerini hepimiz yakından takip ediyoruz. Son kararla birlikte faiz oranı %46 seviyesinden %43'e indirildi. Bu adım biraz geç kalmış gibi geliyor. Eğer bu adım, faiz %35’lerdeyken atılsaydı, bugünkü tabloda çok farklı şeyleri tartışıyor olurduk.

Ana meselemiz şu: Daha uygun şartlarda krediye ulaşmak istiyoruz. Bugün bir tarafta sıkı para politikası, diğer tarafta işletmelerin karşı karşıya olduğu ciddi maliyet kalemleri var: finansman, personel ve kira… Özellikle kira maliyetleri artık akıl almaz bir noktaya geldi. Küçücük dükkanların kiraları 60-70 bin lira, hatta 100 bin liraya kadar çıkmış durumda. Bu rakamlar neyin karşılığı? Ciddi bir maliyet enflasyonu yaşanıyor.

Bir diğer büyük gider kalemi ise personel. Asgari ücret artışı yapılmadı, memur maaşlarına %16 zam geldi ama özel sektörde çalışanlar için net bir düzenleme hâlâ yok. Sanayici, tüccar bu yükün altından nasıl kalkacak?

Bugün Türkiye’nin ilk 500 firmasına baktığınızda, %80’inin büyüme oranı yalnızca %6. Bu tablo kimsenin ciddi bir kar elde etmediğini gösteriyor. Şirketler resmen finansman takipçisi haline geldi. Konkordato süreçleri çok ciddi bir yankı oluşturuyor. Bir firmanın konkordato ilan etmesi, şehir ekonomisinde çarpan etkisiyle beş katı zarara yol açıyor."