Eskişehir'de basın mensuplarının sorularını yanıtlayan CHP Genel Başkanı Özgür Özel şu ifadeleri kullandı;

"Eskişehir'e geldik. Anadolu'da uyanılabilecek en keyifli şehirlerden birinde bu sabah uyandık. Gün boyunca da belediye başkanlarımızın yaptığı önemli işlere tanıklık ettik. Ayrıca da YÖK'ün kuruluş yıldönümünde, Cumhuriyet Halk Partisi'nin gelecekteki üniversitelerle ilgili hem özerk, bağımsız akademinin nasıl olacağını, hem de öğrencilerin gelecekte Cumhuriyet Halk Partisi iktidarında nasıl rahat edeceklerini, nasıl mutlu, nasıl özgür olacaklarını anlatan bir toplantı da gerçekleştirdik.

Burada biraz önce takip ettiniz, kardeşim Ferdi Zeyrek'in vefatından sonra bir vefa örneğiyle Ahmet Başkanımız Yaşam Merkezi'ne onun adını verdi. Yaşam Merkezi'ni de sizinle gezdik. Her bir birimi gerçekten sosyal belediyecilik açısından çok çok önemli işler yapıyor. Buraları ziyaret ettik. Tabii biz bu keyifli birkaç saati yaşarken Türkiye'de dünya kadar keyifsiz iş olmaya devam ediyor.

Büyük bir felaket yaşadık bugün. Bu, ileride bugün yapılmaya çalışılanların ne olduğunu ve eğer mani olunmazsa ne sonuçlar doğuracağını daha iyi anlayacağız. Bugün, Tayfun Kahraman hakkında Anayasa Mahkemesi'nin yazın verdiği, gerekçesini eylül ayında yazdığı ve mahkemeye yolladığı kararı savcılık neredeyse bir haftadır bekliyordu. Bir yerlerden talimat bekliyorlar, mütalaa yazmıyorlar. Dün kötü bir mütalaa yazdılar ve bugün, ilk kez yargı tarihimizde 13. Ağır Ceza Mahkemesi, Anayasa Mahkemesi'nin esastan görüşüp karara bağladığı, hem kişinin sağlığı yönünden hem de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği yönünden gerekçeli kararına, karardaki hiçbir tarafına uymayacağını, yani kendisi açısından Anayasa Mahkemesi'nin (ki Anayasamızın 138. ve 153. maddelerine göre karar hepimiz için bağlayıcıdır; yasama, yargı ve yürütme organları için gerekçeli karar yayınlanır ve herkes için bağlayıcıdır) uygusuz olacağını söyledi.

Daha önce Anayasa Mahkemesi kararlarına laf edenler, direnenler olmuştu. Ama Anayasa'nın esastan görüştüğü bir hususta, Can Atalay kararı da fevkalade yanlış bir karardı. Ama bu kararda, Tayfun Kahraman kararında Anayasa Mahkemesi heyet halinde aldığı, esastan görüştüğü karara bağladı, gerekçeli kararı yazdı, mahkemeye yolladı. "Adil yargılanma hakkı ihlal edilmiş, şu şu şu gerekçelerle yeniden yargılanmalı, ayrıca tutuksuz yargılanmasını da takdirinize bırakıyoruz" dedi, nazik bir dil. Normalde tutuksuz yargılanmasına demesi lazım. Buna rağmen Aktörler Çetesi etkisiyle yazılan kötü mütalaa ve 13. Ağır Ceza'nın Anayasa'yı tanımaması.

Bu vakitten sonra biri kalkar, "Sen Anayasa'nın bu maddesini tanımıyorsan ben de meclis maddesini tanımıyorum" der, milletvekillerini tanımaz. Öbürü cumhurbaşkanını tanımaz. Öbürü konut hakkını, mülkiyet hakkını tanımaz. Yanımda geçmişte hakimlik görevinde bulunmuş Eskişehir Büyükşehir Belediye Başkanımız var.

Bütün hepimizin güvencesi Anayasa ve bugün, sadece ve sadece muhalif olan birisine ki Gezi olayları sırasında arayı bulmaya çalışmış, Sayın Erdoğan'a en nazik dili kullanmış, Gezi olaylarının olaysız bitmesi için gayret sarf etmiş kişi haksız yere tutuluyor. Kızı Vera 3 yaşındaydı gitti, şimdi okula başladı. Babası ne kreşe götürebildi ne okula yazdırabildi. Vera büyüdü. Anayasa Mahkemesi "Vera'nın babası haklı, Vera haklı" dedi. Bugün o karara uymadılar. Bu vakitten sonra bu ülkede nizam nasıl tutacak ya? Aklı başında bütün Ak Partililere söylüyorum, Meclis Başkanı Numan Kurtulmuş'a söylüyorum, hukukçu kendisi. Abdülhamit Gül'e söylüyorum, AK Parti'de geçmiş dönemde Adalet Bakanlığı yapmış grup başkan vekili şu anda. Geçmişte birlikte grup başkan vekilliği yaptığımız Adalet Bakanı'na söylüyorum.

Ya hanginiz bunu nasıl savunabilirsiniz? Nasıl arkasında durabilirsiniz? Bir 1. kademe mahkemesi Anayasa Mahkemesi kararını nasıl tanımaz? Nasıl uygulamıyorum der? Bu vakitten sonra düzen tutmaz. Yarın yağma başlar ülkede, yağma başlar. Bakın, devlet kalkarsa mülkiyet hakkı ortadan kalkar. Devletleri devlet yapan toplum sözleşmeleridir. Bugün o toplum sözleşmesine, benim yargılanan kişinin şahsına göre bir karşı çıkmaya başladınız mı, bu işin sonu gelmez.

Bu ülkede Anayasa Mahkemesi'nin yazdığı, altına cumhurbaşkanı tarafından bu hükümet tarafından atanmış yargıçların imza attığı bir metne, bir kağıda, "Ben buna uymuyorum, benim için yok hükmünde" derseniz borsanızda yatırım yapan yatırımcıya verdiğiniz hisse senedine kim güvenecek arkadaşlar? Kim gelecek bu ülkeye yatırım yapacak? Fabrika yapmak için arsa satın alacak, o tapuya kim güvenecek arkadaşlar? Bankanın verdiği cüzdana kim güvenecek?

Bugün Türkiye Cumhuriyeti tarihinin anayasal sızlaştırma, kuralsızlaştırma, kurumsallaştırma sürecinde bir eşik atlanıyor. Herkes aklını başına taksın. Buradan bir kez daha söylüyorum, tüm siyasi mülahazaların dışında herkes aklını başına taksın. Buranın geri dönüşü yok. Yüzdün yüzdün bir yere geldin, daha ileri gidersen dönemeyeceksin, hepimiz boğulacağız. Bunu yapmayın, yol yakınken dönün. Bu mahkemenin itirazında, hukukun hakim olmasıyla ilgili bir iradenin derhal ortaya konması lazım. Burası bir hukuk devleti olsa, HSK olağanüstü toplanır. Olağanüstü olarak bu mahkemedeki hâkimleri, savunmalarını almak üzere açığa alır. Ne yapıyorsunuz siz, arkadaşlar, ya! Olacak şey mi der yani. Bir kez daha uyarıyorum. İkinci bir husus çok ilginizi çektiğini biliyorum. Ben bugün sabah ve biraz önceki konuşmalarımda, burada bu yaşam merkezine verilen emekler boşa gitmesin diye, sabah da YÖK'le ilgili program olmasın diye konuya değinmedim, soru cevabınıza bıraktık.

Dün akşam, dün akşam, İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Akın Gürlek'in Başsavcıyken ki biliyorsunuz Hâkimler ve Savcılar Kanunu'nun ilgili maddesi, 48. maddesi o kadar net söylüyor ki, hâkimler savcılar başka bir iş yapamazlar, resmî ya da özel bir yerden başka bir gelir elde edemezler. Bakın, Akın Gürlek, Ocak ayının 2024'ün Ocağında Eti Maden şirketinin Lüksemburg'daki Eti Mine işletmesine yönetici olmuş, oradan maaş almış. Sonra o görevi bir ara bırakmış. Sonra Kasım 2024'te, bakın Kasım 2024'te İstanbul Cumhuriyet Başsavcısıyken. Bazı troller diyor ya öncesinde aldı, o zaman bıraktı. Bakan Yardımcısıyken yapmıştı, bırakmıştı. Bakan Yardımcılığı süresinde de bu parayı aldı. Sonra atandığında Kasım 2024'te kendisi 2 Ekim'de göreve atandı, Kasım 2024'te Lüksemburg'daki Eti Maden'in yönetim kurulu üyeliğine yeniden atandı. 10 ay boyunca hem savcı maaşı aldı hem oradan Euro bazında huzur hakkı yönetim kurulu maaşı aldı. Bu, Hâkimler ve Savcılar Kanunu'na açık aykırı.

Bunu söyledik. Bir kere burada suçüstü yakalandı, yalan atıyor. "Ben Başsavcıyken almadım, ben Bakan Yardımcısıyken aldım" diye etrafındaki gazetecilere yazdırıyor. 10 ay Başsavcıyken almış. İkinci suçüstü durumu söylüyorum: Bakan Yardımcısıyken de savcıydı ve Anayasa'nın 140. maddesinin son fıkrası şöyle der: "Hâkimler ve savcılar Adalet Bakanlığı'nda idari görevlere atanabilirler, o sırada hâkim ve savcı kurallarına tabidirler." Akın Gürlek, İstanbul'daki hâkimlikten Bakan Yardımcılığı görevine atandığında hâkimlikten, savcılıktan, bu görevinden istifa etmedi. Etseydi zaten yeniden başsavcılığa atanırken mesleğe kabul işlemi yapılması lazımdı, yapılmadı. Yani Bakan Yardımcısıyken de hâkimdi, savcıydı ve hâkimlerin, savcıların yasaklarına orada da tabiydi. Kendi ağzıyla yakalanıyor. Kendileri yalan atmak için, "Biz bu maaşı Bakan Yardımcısıyken aldık" diyor. Orada da alamazsın. Savcı sıfatı taşıyorsun, hâkim sıfatı taşıyorsun. Sonra da aldın. Bütün kanıtları basına yolladım. Göreve giriş, Kasım 2024; çıkış, 6 Ağustos 2025, bundan 2 ay önce. Ne gün biliyor musunuz, arkadaşlar? Benim, "Ey Akın Bey, senin Hollanda taraflarda, Lüksemburg'larda ne işin var?" dediğimin ertesi günü o görevden istifa ediyor, suçüstü yakalandığı için. Ben demedim mi size, arkadaşlar, Ağustos'ta Hollanda, Lüksemburg taraflardan neler duyacaksınız? Daha neler duyacaksınız? Edinilmiş mallar, yüzen gezen mallar duyacaksınız. Hepsini ispatlayacağız. Hangi söylediğimizin arkasında durmadık? Hangi söylediğimizin arkası boş çıktı? Şimdi bütün gazetecilere, dün akşam ilk önce bütün Türkiye tabii bu durumu çok ayıpladı. Başsavcıyken almamış, Bakan Yardımcısıyken o kabul edilebilir. Bütün Bakan Yardımcıları alıyorsa, bence o da yanlış da, adamın mesleği hâkimlik, savcılık değil, o an hâkim, savcı sıfatı taşımıyor, o başka. O Bakan Yardımcısı Bülent Turan avukat, Bakan Yardımcısı. Bülent Turan alıyorsa (ikinci maaşa karşıyım ama) Bülent Turan alır ama sen alamazsın. Senin alamayacağın konusunda hem Anayasa'da hüküm var hem Hâkimler ve Savcılar Kanunu'nda hüküm var. Kaldı ki sonra da 2 Ekim'de atandığın göreve, Kasım'ın 20'sinde efendim bir kez daha aynı şirkete gidip 10 ay oradan maaş aldın, İstanbul Cumhuriyet Başsavcısıyken. Adalet Bakanı'na soruyorum. Yılmaz Bey'i soruyorum. Sen HSK'nın başkanısın. Bu kadar açık bir aykırılığa sen nasıl susacaksın? HSK nasıl susacak? Burada şu kadarını söylüyorum: Sayın Erdoğan'a, Sayın Cumhurbaşkanı'na, Adalet ve Kalkınma Partisi Genel Başkanı Sayın Erdoğan'a söylüyorum. Bugün o gündür. Ya bugün HSK toplanacak, Anayasa Mahkemesi kararına uymayan, Anayasa'yı askıya alan, çiğneyen 13. Ağır Ceza Mahkemesi hakkında işlem yapılacak ve ardından yayımlanacak Kararname ile Akın Gürlek'i açığa alacak. Yerine en liyakatli hâkimi atayın. En liyakatli savcıyı atayın. O başka bir şey. Ama bu pisliğin üstünde onu oturtamazsınız. 1 lira alamaz, 1 lira. Görev kabul edemez, etmiş. Bir de devletin milletin parası dolandırılıyor ayrıca arkadaşlar.

Eti Maden şirketi, Fransızca karar defteri tutan bir şirket. Bu, bilmediği bir dilde imza atıp para alıyor arkadaşlar. Bakın, diğer yönetim kurulu üyeleri Türkler var. Hiçbirine bir şey demem. Liyakatli maden mühendisi, kimisi kimisi bilmem ne, çatır çatır Fransızca, İngilizce bilenler. Bunun dil belgesi yok dosyasında. Dosyaya dil belgesi sunsa maaşına zam olacak, onu sunamamış. Hâkim savcı olarak mezun olduğu üniversite %30 İngilizce öğreten bir üniversite. Dili İngilizce değil. İngilizce bilmez. O maden şirketinin yönetim kurulu yemeğe çıksalar yemek sipariş edemeyecek adam, Fransızca bilmediği bir dilde imza atıp devletin parasını alıyor. Gitmeden, çalışmadan, olmaz arkadaşlar.

Burada bir kez daha söylüyorum: Her şey bir yana. Ha, bir de dün kendini kurtarmak için bir şey yapıyor. Ben, hâkimi eleştirdim, yanlış karar veren savcıları eleştirdim, eleştiririm. Sonra döndüm Erdoğan'a dedim ki: "Etrafına sahip çık. Çok ağır hakaretler ediyorlar Dilek Hanım'a, çocuklara. Etrafındaki ite köpeğe sahip çık" dedim. Bakın, gündemi dağıtacak ya, bana soruşturma açmış, "Cumhurbaşkanına hakaret." Ne Cumhurbaşkanına hakaret? Bir de "savcılara dedi" diyor onu. Ben savcıya ne dediğimi biliyorum. Diyecek olsam derim. Senden mi çekineceğim? Ama bakın, ben "etrafındaki ite köpeğe sahip çık" dedim, "olmadık hakaretler yapıyorlar, haysiyetimize saldırıyorlar" diyorum, o diyor ki "bize dedi, savcılara dedi." Neden? Onu kendi üstüne çekecek ki konuyu dağıtacak. Ben ortaya söylemişim, üstüne alınana bakın. Ben demişim ki: "Etrafındaki ite köpeğe sahip çık," haysiyetsizce saldıranlar için söylüyorum, Dilek Hanım'a o lafları yazanlar için söylüyorum, çocuklara o hakaretleri edenler için, Hasan Amca'ya onları söyleyenler için söylüyorum. "Bize söyledi" diyor. Ben ortaya söyledim. Sen kendi üstüne alıyorsan bilmem. Oradaki savcılara "Aktoroslar çetesi" dediğim var, "Bunların hesabını verirsiniz" dediğim var. Bununla ilgili aramızda husumet olmuş olanlar var, ayrı konu. Ne dediğimizi biliyoruz. Lüksemburg'daki pisliği buradaki yalanla örtemezsiniz.

6 tane gazeteci arkadaşımızı sabahın erken saatlerinde gözaltına aldılar. 1 tanesi, daha önce bizimle çalıştığımız, basın danışmanımız ve koordinatörümüz olarak görev yapan, şimdi ise Cumhurbaşkanlığı aday ofisinde Ekrem Başkan’ın ekibinde çalışan arkadaşımız olmak üzere çok kıymetli gazeteci arkadaşlarımızı gözaltına aldılar. Sonra, “Gözaltı değil, ifadeye çağırdık” dediler. İşlemin “İfadeye götürme” olduğunu söylediler. Sonrasında, ifade verince serbest bırakma tutanağı vardı, şimdi ise yine tutuyorlar.

Artık memlekette düzen bozulduğu için insanın aklına her türlü şey geliyor. Düşünsenize, ifadeyi alan serbest bırakma işlemi yapıyor, “Durun, durun, bir soralım bakalım” diyorlar. Böyle bir rezil durumla karşı karşıyayız. En kısa sürede tüm arkadaşların özgürlüklerine kavuşmasını bekliyoruz. Süreci takip ediyoruz. Hukuk Komisyonumuz Çağlayan Adliyesi’nde süreci yakından izliyor.

Parti meclisi konusunda tüm şehirlerde böyle merak konusu var. Çünkü eskiden, biz son seçimde 32 il birlikte girmiştik. Altmış kişilik bir PM listemiz vardı. Şimdi 81 il birlikte giriyoruz. Öyle olunca tüm şehirlerde var. Bazı şehirlerde çok daha fazla sayıda talepler var. Hepsini birden değerlendireceğiz, demokratik bir kurultay yapacağız. Çarşaf listemiz olacak. Çarşaf liste üstlerinden seçiliyor ama gönül ister ki tüm şehirler temsil edilsin.

Eskişehir'in temsilinde hiçbir mahsur görmem. Bir de Eskişehir, sadece herhangi bir şehrimiz olmanın ötesinde, metroplindeki belediyelerin bizde olduğu, büyükşehirin bizde olduğu, altı tane belediyemizin daha olduğu ve üç tane kıymetli milletvekilimizin olduğu bir şehir. Başarılı olduğumuz bir şehir. İşte gurur duyduğumuz, sabah kalkınca iyi ki bu şehirde uyandık dediğimiz bir şehir. Ben Eskişehir'in en iyisine layık olduğunu düşünürüm. Kurultay sürecini hep beraber yaşayacağız, göreceğiz."