Sağlık-Sen Eskişehir Şube Başkanı Hasan Hüseyin Köksal şu ifadeleri kullandı;
“Bugün, Sayın Genel Başkanımızla İl Sağlık Müdürlüğü ziyaretimizle programımıza başladık. Eskişehir’in tüm sağlık çalışanlarını ve idarecilerini tek tek ziyaret ettik. Farklı, hızlı ve verimli bir ziyaret gerçekleştirdik. En son Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nda çalışan her meslekten bir temsilciyle bir araya geldik. Çok güzel dokunuşlara vesile olduk.
Sendikacılığı sadece maddi değil, manevi yönden ve kazanım anlamında nasıl yapabileceğimizle ilgili bugün Sayın Genel Başkanımız tüm gönlünü bize ayırdı. Sahada dokunmadık yer bırakmadık. Videoları izledim, normalde mikrofonu aldığımda çok konuşan biriyim. Ancak bugün Sayın Genel Başkanımız, 285 bin kişinin temsilcisi ve emanetçisi olarak aramızda olduğu için konuşmamı kısa tutacağım.
2010 yılından beri bu görevi yürütüyorum. Sağlık-Sen’le doğduk, Sağlık-Sen’le büyüdük, Sağlık-Sen’le olgunlaştık. Yaklaşık 14 yıldır birlikte yürüdük, üzüldük, kırıldık ama şu anda bu hareketin en olgun dönemini yaşıyoruz. Aslında bu sözleri çok sık söylememek gerekir. Başlangıçta “çırak sendika başkanı” dediler, sonra “bir dönem görev yapalım, usta olalım” dedik. Kalfalık dönemini hızla geçtik, biraz daha müsaade istedik. Derken bu yolculukta siz değerli yol arkadaşlarımızla birlikte 14 yılı geride bıraktık.
Eskişehir’de çok farklı bir dil kullanıyoruz. Eskişehir, gerçekten Anadolu’nun buluşma noktası. Her görüşten, her şehirden insanın bir araya geldiği bir yer. Anadolu’nun neresi Türkiye’yi temsil ediyor deseniz, gözüm kapalı “Eskişehir” derim. Bu şehirde “kalabak suyu” içtiniz mi, bir daha gidemezsiniz. Burada evlenirsiniz, burada büyürsünüz, burada yaşarsınız. Bu şehir insanı bir şekilde çeker. Çorum’dan da gelseniz, Bingöl’den de gelseniz Türkiye’nin mayası Eskişehir’de tutar.
İlk başkan olduğumuzda “Kırmızı yelekler geliyor” diye bir slogan geliştirdik. Kırmızı, bizim seçim rengimizdi. O dönem de dedik ki: “Çalışanın sesinin çıktığı dönem başlıyor.” Zaman zaman görev değişiklikleri yaşıyoruz. İdareciler, temsilciler… Her noktada görev alan, kendi içimizden çıkan bir meslek grubunu temsil ediyoruz.
39 farklı meslek grubunu içinde barındıran sağlık çalışanlarını temsil etmek zor bir iş. Öğretmen tek tip öğretmen, polis tek tip polis, asker tek tip asker olabilir ama sağlık çalışanlarının görev tanımları birbirinden oldukça farklı: ATT’si, paramediği, laboratuvar teknisyeni, radyoloji uzmanı, ebesi, hemşiresi, psikoloğu, sosyoloğu, eczacısı, mühendisi, idari personeli, hizmetlisi, şoförü, teknik hizmetleri… Saymakla bitmeyecek bir zenginlikte büyük bir aileyiz.
Yeni dönemde, özellikle Sayın Genel Başkanımızın önderliğinde tüm meslek gruplarının görev tanımlarının yazıldığı bir sağlık sistemine geçiş yapılıyor. Ebelerin mesleki kimliğinin tanınması, sağlık okuryazarlığı gibi birçok alanda önemli adımlar atılıyor. Artık bakanlığın verilerini oluşturacak genç ve dinamik bir kadroya sahibiz.
Gençler farklı düşünebilir, sağlık çalışanları bazı şeyleri anlamakta zorlanabilir ama biz gerçekçi ve reel sendikacılık yapıyoruz. Sahada ne görüyorsak onu söylüyoruz. Gerçeklerle birlikte devletin ve milletin yanında, ülke sevgisiyle sendikacılık yapıyoruz.
Birlik ve beraberlik içinde her masada, her platformda, her siyasetçinin olduğu ortamda sağlık çalışanlarının, Avrupa’daki meslektaşlarına göre beş kat daha fazla çalışıp en düşük ücreti aldığını dile getiriyoruz. Büyük hastaneler yapıyoruz, son teknoloji cihazlarla donatıyoruz ama sağlık sisteminin insani boyutunu ihmal ettiğimizi her fırsatta anlatıyoruz.
Pandemi dönemi tüm dünyaya sağlık çalışanlarının önemini gösterdi. Avrupa’nın gelişmiş ülkelerinde sağlık çalışanları görevlerini bırakırken, Türkiye’deki sağlık ordusu görevine dört elle sarıldı. Biz o dönemde sadece alkışlamanın yetmeyeceğini, somut adımlar gerektiğini söyledik.
Çünkü bizim toplumumuz hızlı reaksiyon gösterir. Sağlık çalışanlarına özel bir talepte bulunduğunuzda diğer kamu çalışanları aynı taleple gelir. Bu nedenle sağlık çalışanlarının temsilcisi olmak, idarecisi olmak ve bu camiada çalışmak gerçekten en zorudur.
Resmi tatil yapılır, sonuna eklerler; ancak sağlık çalışanları hariç. Çünkü sağlık çalışanı olmak, mesleği para, görev ya da başka bir çıkar için değil; sadece insana odaklanarak seçilen en kutsal meslek grubudur. Biz, böyle bir mesleğin temsilcileriyiz.
Bu nedenle, sahada çalışmış bir kardeşiniz olarak, Türkiye’de inandığımız doğrular çerçevesinde her zaman şu sözleri söyledik: Memur-Sen’de bile yola çıkarken, “İşçi-memur kavgası çıkartmak istemiyoruz,” dedik. Altını çizerek de hep şunu söyledik: Biz alın terimizin, emeğimizin, haklı çalışmamızın karşılığını istiyoruz. Çünkü hiçbir sağlık çalışanının – sadece hekim değil, diğer sağlık personeli de dahil – izin yapma hakkı neredeyse yoktur. Yedi gün, on gün, on beş gün ya da bir ay izin yapan bir sağlık personeli bulamazsınız. Ege bölgesine gittiğinizde, yazlıkların tamamı başka meslek gruplarına aittir. Sağlık çalışanlarının yazlığı olmaz, tatili olmaz. İşe gidersiniz, izin alırsınız ama tekrar çağrılırsınız.
Bu yüzden her platformda, sağlık çalışanlarının farklı bir kategoride değerlendirilmesini sert bir şekilde talep ediyoruz. Sayın Genel Başkanım, birazdan son söz olarak şunu ifade ediyoruz: Bütün uluslararası karşılaştırmalarda – OECD verilerinde – Türkiye’nin sağlık çalışanları Avrupa ile kıyaslandığında rakiplerimiz İspanya, Almanya ve Amerika gibi ülkeler olmalıdır. Ancak ne yazık ki bizi Afrika ülkeleriyle kıyaslıyorlar. Oysa bugün sağlık çalışanları olarak ciddi anlamda geçim sıkıntısı yaşıyoruz, çocuklarımızı emanet edemiyoruz.
Pandemide olduğu gibi, bugün de daha çok vicdana ve daha çok öğretmenliğe ihtiyacımız var. Pandemi döneminde bir öğretmenin attığı mesajı hatırlarsınız belki: “Biz bakıcı değiliz.” Anaokulları tekrar kapatıldığında, çocuklarımızı bırakacak yer bulamadık. Sağlık çalışanı uykusuzdur, yorgundur. Eskişehir’e gelmişseniz bir daha gidemezsiniz. Çocuğunuza bakacak anne-babanız yoktur. Asansöre “Sağlık çalışanı oturuyor” diye yazılar asıldı. Kovid döneminde herkes ölümden korkarken biz göreve koştuk.
Büyük bir deprem yaşadık. Ekonomik buhranın en önemli sebeplerinden biri de ülkemizin yaşadığı bu afettir. O depremde birçok sağlık çalışanı kardeşimizi kaybettik. Allah hepsine rahmet eylesin, mekanları cennet olsun. O dönemde, ikinci gün sahaya gittiğimizde bir ambulans şoförüyle iki dakikalık bir sohbet etme fırsatım oldu. Eşini kaybetmişti, gözyaşları içinde anlatıyordu: “Dün vaka vardı, deprem oldu dediler, vakaya gittik. Sağ taraftan geçerken evimi gördüm, evim tuzla buz olmuştu. Ama o yaralıyı hastaneye bırakmadan eve dönmedim.”
Televizyonlarda da görüyoruz, deprem anında bile aklına önce hastası gelen doktorlarımız, çocuğunu korumaya çalışan sağlık çalışanlarımız oluyor. Sağlık çalışanı olmak, böyle fedakârlık isteyen bir meslek grubudur.
Aramızda Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nda çalışan arkadaşlarımız da var. Onlarla ilgili olarak da Eskişehir’de, 24 Mayıs’ta meslek gruplarına özel bir çalıştay düzenleyeceğiz. Aile ve Sosyal Hizmetler alanında çalışanlar, dezavantajlı gruplarla çalıştıkları için üç kat daha fazla bedel ödüyorlar. Bu bakanlıkla bizim sendikamız ortak bir alanda faaliyet gösteriyor. Biz “önce aile”, “önce hizmet” derken, sağlık sistemimizin yüzde 70’inin bir anne olduğunu da tüm siyasilere hatırlatmamız gerekiyor.
Ayrıca, Türkiye’nin en sosyal sendikasıyız. Şu an 5 binin üzerinde üyemiz var. Sloganımız net: “Birileri Sağlık-Sen’li değilse, henüz bizle tanışmamış demektir.” O kişilere henüz kendimizi anlatamamışız demektir. Çünkü bizim Sağlık-Sen olarak oluşturduğumuz masada hiçbir zaman siyasi ya da ideolojik kimlik konuşulmaz. Sağlık-Sen, Türkiye’nin ve Eskişehir’in bir yansıması gibidir.
Tüm temsilci kardeşlerimle birlikte, nüfusa oranla yaptığımız hesaplamada Türkiye’nin en fazla üyeye sahip illerinden biriyiz. Bu başarıda emeği herkese çok teşekkür ediyorum. Gece gündüz sahada çalışan, hiçbir ücret almayan, hiçbir beklentisi olmayan temsilci kardeşlerime yürekten teşekkür ediyorum. İyi ki varsınız, bu aile sizlerle güzel.”