Türkiye Sağlıklı Kentler Birliği öncülüğünde Eskişehir’de bir otelde düzenlenen Gıda Güvenliği Paneli, yerel yönetim temsilcileri, akademisyenler ve sektör paydaşlarını bir araya getirdi.

Türkiye Sağlıklı Kentler Birliği ve İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Dr. Cemil Tugay şu ifadeleri kullandı;

Bir şehrin nasıl değiştirilebileceğine dair Türkiye tarihindeki en güçlü örneklerden biri olan Eskişehir’deyiz. Eskişehir; Büyükşehir Belediyesi’yle, Tepebaşı’yla, Odunpazarı’yla ve diğer tüm içeriğiyle uzun yıllardır bir vizyon doğrultusunda çok önemli bir dönüşüm gerçekleştirmiş, herkese ilham vermiş ve çalışmalarıyla örnek olmaya devam eden bir şehir.

Bu şehirde bizleri misafir eden kıymetli Tepebaşı Belediye Başkanımız Ahmet Ataç’a, burada bulunarak bizleri onurlandıran Büyükşehir Belediye Başkanımız Ayşe Ünlüce'ye ve Odunpazarı Belediye Başkanımız Kazım Kurt'a özellikle teşekkür ediyorum.

Bildiğiniz gibi, çok kapsamlı bir faaliyet alanımız var ve öncelikleri doğru belirlemeye çalışıyoruz. Dün yaptığımız meclis toplantısında da bu görüşlerimizi ifade etmeye çalıştık. Belediye birlikleri, esasen politika üretmekten çok dayanışma amacıyla kurulmuş yapılardır. Ancak bugün yaşanan sorunlar ve ele aldıkları konular nedeniyle Sağlıklı Kentler Birliği’nin artık politika üretmede de sorumluluk üstlenmesi gereken bir kurum olduğunu düşünüyorum. Bu nedenle kendimize böyle bir misyon yüklememiz gerektiğine inanıyorum.

Biraz önce başkanlarımız eğitim kanunundan bahsetti. O noktada da aslında muhatap alınması gereken birliklerden biri Sağlıklı Kentler Birliği’ydi. Birliğimizin önemli bir birikimi var ve sürekli gelişen bir yapısı bulunuyor. Bundan hepimizin yararlanması gerekiyor.

Biz buraya sorun çözmek için geldik. Sorunlarımızı çözebilmek için her türlü iş birliğine açık olmalıyız. Diyalog kanallarını sonuna kadar açık tutmalıyız. Çünkü konuştuğumuz şey, dünyanın geleceği; toplumların ve insanların sağlığıdır.

Sağlıklı Kentler Birliği önemli çünkü Türkiye’de artık nüfusun çok büyük bir bölümü kentlerde yaşıyor. Bugün ülkemizin nüfusunun yalnızca yüzde yedisi kırsalda, köylerde yaşamaktadır. Geri kalan yüzde 93’ü kent yaşamının içindedir. Bu oran dünyanın birçok gelişmiş ülkesinde de benzer şekildedir. Madem ki nüfus kentlerde yoğunlaşıyor, o halde kentlerdeki yaşam koşullarını ve sağlığı güvence altına almamız gerekiyor.

Bugün muhtemelen dünyanın en büyük krizi iklim krizidir. Bundan birkaç yıl öncesine kadar hâlâ “iklim krizi yoktur, abartılıyor” diyen politikacılar ve kanaat önderleri vardı. Ancak artık hepimiz, anormal sıcaklıklar, kuraklık, şiddetli hava hareketleri ve ekosistemin değişimine dair belirtilerle iklim krizini doğrudan yaşıyoruz.

Bunları sadece örneklemek için söylüyorum. Şehirlerimizde daha önce hiç görülmeyen sivrisinek türleri ortaya çıkmaya başladı ve mücadele etmekte zorlanıyoruz. Deniz ekosisteminin bozulduğu da açıkça ortada. Örneğin balon balığı gibi türlerin çoğalması ya da müsilaj gibi halk sağlığını tehdit eden olaylar bize bunu gösteriyor. Geçen yıl İzmit Körfezi’nde yaşanan halk patlamaları da bu bozulmanın belirtilerindendir. Bu sorun yalnızca Türkiye’de değil, dünyanın birçok yerinde görülüyor. Yunanistan’da da benzer vakalar yaşandı. Dolayısıyla bu, küresel bir sorundur.

Ancak bizler, sadece bulunduğumuz coğrafyada hissettiğimiz kadarıyla bu krizi algılıyoruz. Oysa Türkiye, aynı zamanda ciddi bir su fakirliği sorunu yaşıyor. Su temizliği de bu krizin önemli başlıklarından biri. Bu nedenle bir sonraki toplantımızı Ekim ayında İzmir’de, su yönetimi başlığıyla gerçekleştirme kararı aldık. Genel kurulumuzu da orada yapacağız. Ama önceliğimiz su politikalarını konuşmak olacak. Bu toplantının olabildiğince güçlü geçmesi için çaba göstereceğiz.

İklim krizine doğrudan bağlı bir başka konu ise tarım politikaları ve dolayısıyla gıda güvenliğidir. Gıdanın pek çok aşamasında ciddi sorunlar yaşanıyor. Bugünkü toplantımızın konusunu da bu nedenle “gıda güvenliği” olarak belirledik. Birazdan sizlerle bazı veriler ve rakamlar paylaşacağım. Aslında hepimiz, gıda yoksunluğunun ve erişim zorluklarının farkındayız. Gıda enflasyonu hepimizi etkiliyor. Ancak dünyanın bazı bölgeleri bu sorunlarla çok daha uzun süredir mücadele ediyor.

Bu salonda bir anket yapsak, eminim herkes benzer kaygıları dile getirir. Türkiye’de özellikle tarımla ilgilenen herkes, geleceğe dair endişe taşıyor. Hepimizi tehdit eden bu sorunlar karşısında artık suya, gıdaya, enerjiye ve toprağa çok daha dikkatli yaklaşmamız gereken bir dönemdeyiz.

Artık “gıda güvencesi” kavramını konuşmamız gerekiyor. Bu kavram, 1996 yılında Dünya Gıda Zirvesi’nde şöyle tanımlandı:

“Tüm insanların, her zaman sağlıklı bir yaşam sürdürebilmek için ihtiyaç duyduğu ve tercih ettiği yeterli, güvenli ve besleyici gıdaya fiziksel ve ekonomik olarak ulaşabilmesi.”

Gıda güvencesinin dört temel bileşeni bulunuyor:

Gıdanın varlığı: Her zaman yeterli miktarda gıdanın bulunması gerekiyor.

Gıdaya erişim: Her bireyin mevcut gıdaya fiziksel ve ekonomik olarak ulaşabilmesi gerekiyor.

İstikrar: Gıda tedarik zincirinin sürdürülebilir olması, uzun vadeli planlamalarla güvence altına alınması gerekiyor.

Faydalanma: Bireylerin yeterli enerji ve besin alarak, bu besinleri vücutlarında en iyi şekilde kullanabilmesi gerekiyor.

Dünya’da yaklaşık 8 milyar 250 milyon insan yaşıyor. Dünya Gıda Programı, 74 ülkede 343 milyon kişinin gıda güvensizliği yaşadığını bildiriyor. Pek çok yerde gıda enflasyonu yaşanıyor, satın alma gücü düşük. Milyonlarca hane bu nedenle gıdaya erişimde zorluklar yaşıyor.

Son 4 yılda 26 ülkede, gıda fiyatları ve aşırı hava olayları, açlığı ve gıda güvensizliğini artırmaya devam ediyor. World Food Program’ın raporunda, operasyonel desteğe ihtiyacı olan ülkeler listesinde ne yazık ki Türkiye de yer alıyor.

2015 sonrasında dünyada ilerleme ne yazık ki çok az. 43 ülkede açlık çok ciddi seviyede ya da endişe verici düzeyde. Dünyada her dokuz kişiden biri ya aç ya da beslenme yetersizliği içinde.

Dünya çapında beslenme yetersizliği yaşayan insanların oranı 2017’de %5,3 iken, 2022’de bu oran %9,2’ye çıkmış durumda. Sorunun büyüdüğünü bu rakamlarla net bir şekilde anlayabiliriz. Şu anda 735 milyon insan detaylı bir şekilde yoksulluk ve gıda tehdidiyle karşı karşıya. 53 ülkede 193 milyon kişi acil gıda yardımına ihtiyaç duyuyor.

5 yaşın altında yaklaşık 26 milyon çocuk yetersiz beslenme nedeniyle zayıf durumda. Beş milyon çocuk da hayatını bu nedenlerle kaybediyor. Bu sorunlara neden olan başlıca faktörler ise şöyle: Birincisi, biraz önce de söylediğim iklim krizi; ikincisi, dünyadaki çatışmalar ve çatışma bölgeleri; üçüncüsü ise ekonomik şoklar, krizler ve elbette 2020’de yaşadığımız pandeminin ağır sonuçları.

2050 yılında insan nüfusu muhtemelen 10 milyar civarında olacak. Bu kadar insana gıda temin etme sorumluluğuyla karşı karşıyayız. Tüm dünya için geçerli bir sorun bu. Bu ihtiyacı karşılamak ve gıda üretimini artırmak için önemli bir değişime ihtiyaç var. Ancak daha fazla gıda üreteceğiz diye çevreye zarar vermeme zorunluluğumuz da var. Bu dengeye dikkat etmemiz gerekiyor.

Önemli sorunlardan biri de aslında üretilen gıdanın, kullanılmadan kaybedilmesi. Bu oran, veriye göre %40 civarında; ancak Türkiye’de bu oranın daha da yüksek olduğunu biliyoruz. %55’lere varan oranda üretilen gıdayı tüketmeden kaybediyoruz. Kimi zaman üretimden tüketiciye ulaşana kadar geçen süreçte, ne yazık ki sofraya ulaşamadan israf ediliyor. Bu da büyük bir sorun.

Hepimiz hayatta kalabilmek için besleyici yiyeceklere ihtiyaç duyuyoruz. İklim değişikliği nedeniyle sıcaklıkların artması, kuraklık, sel gibi aşırı hava olayları gıda üretimine zarar veriyor. Bu sene bir don olayı yaşadık, biliyorsunuz. Çok geniş bir alanı etkiledi. Bu nedenle kaybettiğimiz meyveler bu yıl inanılmaz fiyatlara satılabildi. Türkiye’nin ihracatında da önemli payları vardı. Ne yazık ki o alandan da büyük kayıplar yaşadık. Bu olayların anormal iklim hareketlerinin sonucu olduğunu da göz ardı etmemeliyiz.

Dış etkenlerin tarım arazilerine nasıl zarar verdiğine dair, bu sene yaşadığımız yangınlara da değinmek isterim. Haziran ayında, 1-30 Haziran tarihleri arasında 612 orman ve 951 zirai alan olmak üzere, toplamda 1.593 büyük yangın vakası kayda geçti. İzmir’de, çoğunuzun bildiği gibi, yalnızca son birkaç hafta içinde çıkan yangınlarda 26 bin dönümden daha fazla alan yandı. Bu, Elçemiz ilçesinin yüzölçümünün yaklaşık iki katı büyüklüğünde bir alan.

Bu yangınlar içerisinde 1.800 hektarlık tarım arazisi, 180 hektarlık zeytinlik, 155 hektarlık meyve bahçesi ve 109 hektarlık mera alanı zarar gördü. Yine, orman yangınlarının bu kadar zararlı hale gelmesinde iklim krizinin etkili olduğunu hepimizin bildiğini düşünüyorum. Anormal sıcak ve kuru hava, beraberindeki rüzgarlarla birlikte ne yazık ki küçük bir kıvılcımı büyük bir yangına dönüştürebiliyor. Sonuçta yangınla mücadele çok daha zor hale geliyor.

Şunu da belirtmeden geçmek istemiyorum: Yangınlar yalnızca Türkiye’nin değil, Akdeniz kuşağındaki ülkelerin de büyük sorunu haline geldi. Ancak dünyanın pek çok farklı bölgesi de tehdit altında. Birkaç yıl önce Avustralya’daki büyük yangınları hatırlarsınız. Kanada’daki, Amerika’daki, Rusya’daki büyük yangınlar… Tüm dünya için büyük bir tehdit oluşturuyor orman yangınları ve yangınlar genel olarak."