Atatürkçü Düşünce Derneği Eskişehir Şube Başkanı Mehmet Avci şu ifadeleri kullandı;
Milli Savunma Bakanı’nın “Eylemlere katılmamışsa ve Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıysa PKK’lılar da askere alınabilir” sözlerini var. İlk bakışta bu cümle masumane görünüyor. Çünkü evet, PKK üyesi de olsa, nüfus kaydı gereği Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıdır. Ve her erkek vatandaş askerlik yapmakla yükümlüdür. Ancak burada çok ince bir ayrım var: Terör örgütüne katılmış biri hakkında konuşuyoruz. Bu sadece PKK için değil, tüm terör örgütleri için geçerli.
Bu ülkeye karşı silahlı ya da yapısal bir organizasyona katılmış birine nasıl güvenip de silah teslim edebiliriz? Bu daha önce etkin pişmanlık yasasında da tartışıldı. Eyleme katılmamış olsa bile örgüte katılmış olması, zihinsel olarak teröre yatkın olduğunu gösterir. Bu kişiler belki rehabilite edilerek geri hizmetlerde görevlendirilebilir ama silah verilmesi büyük risktir.
FETÖ örneğini hatırlayalım. FETÖ’nün ordu içine sızması ve 15 Temmuz süreci, hepimizin hafızasında taze. İlker Başbuğ’un bir sözü vardı: “FETÖ ile bağlantılı olduğunu bildiğim askerler hakkında MİT’ten gelen dosyalar boştaydı, atamalarını yapmak zorunda kaldım.” Bu ülkede böyle bir gerçek yaşandı.
PKK’ya katılan biri eylemlere katıldı mı, katılmadı mı? Bu ayrımı nasıl yapacağız? Bu belirsizlik, güvenlik zafiyeti yaratır. Evet, terörsüz bir Türkiye istiyoruz. Ama bunu yaparken üniter yapıyı, sosyal devlet kültürünü, toplumsal birlikteliği zedelememeliyiz.
Son dönemde askeri yapıyla ilgili değişiklikler, disiplinsizlik algısı artırılıyor. Cumhurbaşkanı Yardımcısı’nın biri Kürt, biri Alevi olsun gibi etnik ve mezhepsel tanımlar öneriliyor. Bu tür tanımlar toplumu bölmeye başlar. Bir noktadan sonra “Alevi’nin Türk’ü mü, Kürt’ü mü? Kürt’ün Zaza’sı mı, Kırmançkî’si mi?” gibi ayrışmalar gündeme gelir.
Biz Türk milleti bilinciyle bir arada duruyoruz. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı üst kimliğimizdir. Alt kimliklerimiz olabilir ama ayrımcılıkla, Lübnan modeli gibi yapılarla bir yere varamayız.
PKK elebaşı Abdullah Öcalan ilk silah bırakma çağrısında 1923 Anayasası’nı ve üniter yapıyı hedef almıştı. Bugün 24 Temmuz, Lozan Antlaşması’nın 102. yıl dönümü. Biz, bu zihniyetin amacının Orta Doğu tarzı bir parçalanma olduğunu çok iyi biliyoruz. Bu yüzden terörle mücadele edilir, müzakere edilmez. Terörist masaya kazandığı için değil, kaybettiği için oturur.
Bu topraklar şehit kanıyla yoğrulmuştur. Mehmet Akif’in dediği gibi: “Şüheda fışkıracak toprağı sıksan, şüheda!” Bu millet yedi düvele boyun eğmedi, bir avuç terör örgütüne de eğmez. Yeter ki içimizdeki zafiyetleri ortadan kaldıralım.”