TEMA Vakfı Kıdemli Savunuculuk Koordinatörü Onur Küçük şu ifadeleri kullandı;
"Bugün burada olmak istemezdik. Çünkü büyük bir yıkım yaratma ihtimali olan bir proje nedeniyle buradayız. Bu projeye hiçbir şekilde ÇED olumlu kararı verilmemeliydi. Çünkü katılımcılık sağlanmadı. ÇED raporunda bilimsel çalışmalar yer almıyor. Raporda yer alan veriler çelişkili ve bölgeye olası etkileri yansıtmıyor. Bu eksiklikleri uzun zamandır tespit ediyoruz ve dava dilekçemizde de bunları kullanacağız.
Hiç yaşanmaması gereken bir sürecin içindeyiz. Bugün köydeki arkadaşlarla görüştük. Biraz umutsuzluk hissediliyor ancak biz umutsuz değiliz. Benzer projelere açılan davaların çoğunu kazandık. Bu davayı da kazanacağımıza inanıyoruz çünkü çok fazla eksiklik var. Eğer bu davayı kaybedersek sadece yöre insanı değil, doğadaki tüm canlılar, Orta Sakarya Vadisi ve hatta ülke etkilenecek. Kazanan taraf az, kaybeden taraf ise çok büyük olacak. Bu gerçeği açıkça ifade etmek gerekiyor.
ÇED raporundaki bazı eksikleri ve çelişkileri açıklamak istiyorum. Öncelikle kümülatif etki değerlendirmesi yapılmadı. Proje tekil olarak ele alınmış. Tekil olarak değerlendirildiğinde bile çok büyük bir proje. Ruhsat alanı yaklaşık 2 bin 500 futbol sahası büyüklüğünde. Aynı şirketin bir ruhsatı daha bulunuyor ancak o ruhsatta hangi çalışmaların yapılacağına dair bir bilgi yok. O bölgede de sondajlar yapıldığını biliyoruz. Çok geniş bir alanda madencilik faaliyeti planlanıyor. Sadece ÇED alanı, yani faaliyetin yürütüleceği kısım 650 futbol sahası büyüklüğünde.
500 metre derinliğinde bir açık ocak açılacak. Bu ocaktan 10 yılda 120 milyon ton kayaç çıkarılacak. Bu miktar çok büyük ve hayal edilmesi zor bir büyüklük. 10 yıl olarak planlansa da bu tür projelerde sürenin uzadığını genellikle görüyoruz. 60 milyon ton kayaç, açık havada siyanürle işlenecek. ÇED raporuna göre proje kapsamında sadece bir yılda 5.000 tondan fazla siyanür kullanılacak. Ayrıca birçok kimyasal madde de kullanılacak. Tüm işlemler açık havada yapılacak. Bu nedenle kimyasalların havaya, suya, toprağa ve canlılara karışmaması mümkün değil. 60 milyon ton pasa, yani cevher içermeyen kayaç da biriktirilecek. Bu da masum bir süreç değil çünkü yağışlarla birlikte asit oluşumu gerçekleşecek.
Bir tarafta 500 metrelik bir çukur, diğer tarafta onlarca milyon tonluk malzeme birikintisi olacak. Tüm bunlar 650 futbol sahası büyüklüğündeki bir alanda gerçekleşecek. Bölge çok değerli bir ekosisteme sahip. Ormanlar verimli olmasına rağmen ÇED raporunda bu alanlar “bozuk orman” olarak tanımlanmış. “Madencilik faaliyeti sonrası ormanları rehabilite edeceğiz ve eskisinden daha genç bir orman olacak” gibi bilimsel dayanağı olmayan ifadeler kullanılmış. Bölgede kızıl geyik, boz ayı, karaca ve şah kartalı gibi koruma altında türler yaşıyor. Türkiye, bu türlerin korunmasını öngören uluslararası sözleşmelere taraf. Ancak proje bu türleri de olumsuz etkileyecek.
Bölge ayrıca mikroklima özelliğine sahip. Halkın büyük bölümü seracılıkla, arıcılıkla ve zeytincilikle geçimini sağlıyor. Bu faaliyetler maden çalışması sonrasında devam edemez. İlk yıllarda etkiler az görünebilir ancak üçüncü, beşinci yıllarda etkiler artacaktır. Olası bir kazayı düşünmek bile istemiyoruz. Erzincan İliç’te yaşananları hepimiz hatırlıyoruz. Burada da benzer bir senaryoyla karşılaşmamız mümkün.
Su tüketimi de ciddi bir sorun oluşturuyor. Avukat arkadaşımın da belirttiği gibi birinci İDK ve ikinci İDK arasında yalnızca 50 gün fark olmasına rağmen su tüketiminde büyük bir düşüş gösterildi. Bu tür madencilik faaliyetleri yoğun su kullanımı gerektirir. Proje alanında da Sakarya Nehri bulunuyor. İlk raporda yıllık 9.3 milyon ton su kullanılacağı belirtilmişti. Bu miktar Eskişehir’in yıllık su tüketiminin yaklaşık yedide biridir. 50 gün sonra bu miktar hiçbir açıklama yapılmadan 760 bin tona düşürüldü. Bu bile projenin iptali için yeterli bir gerekçe olmalıydı.
Bu proje büyük bir yıkım projesidir. Üstelik bu bölgedeki tek proje de değildir. Alpagut Atalan Madeni’nin yanı sıra Sarıcakaya ve Söğüt çevresinde de benzer maden projeleri yürütülüyor. Ayrıca bölgede birçok rüzgar enerji santrali projesi de bulunuyor. Tüm bu projelerin toplam etkisi dikkate alındığında, yaşamın bu bölgede sürdürülebilir olması mümkün değildir. Bu nedenle biz bu projenin iptali için tüm hukuki yolları kullanacağız. Bölgedeki vatandaşlara ve sivil toplum kuruluşlarına çağrıda bulunuyoruz. Herkesin bu dava sürecine katılması gerektiğini bir kez daha vurguluyoruz."





