Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarım Ekonomisi Bölümü Prof. Dr. Fatma Handan Giray şu ifadeleri kullandı;
“Benim bakış açımdan paylaşmak istediklerim birkaç başlıkta toplanıyor:
Atatürk’ün ve o dönemin köye, köylüye bakışı…
Kırsal kalkınma ile genel kalkınma politikaları arasındaki ilişki…
Ürüne özel politikalar nelerdi, modernizasyona nasıl yaklaşıldı?
Eğitim ve sosyal dönüşüm açısından hangi adımlar atıldı?
Ve son olarak, dönemin ‘ziraî kahramanları’ diyebileceğimiz isimler kimlerdi?
Hem mesleğimizin öncüleri olmaları, hem de tarımın bugün geldiği noktadaki rollerinin önemi nedeniyle onları da anmak isterim.
Aslında çok kısa bir dönemden, 1923’te başlayan bir süreçten söz ediyoruz. Ancak bu kısa zaman diliminde yapılanları, sayenizde yeniden gözden geçirdiğimde, yine hayranlıkla değerlendirdim. Dönemin koşullarına baktığımızda, nüfusun yaklaşık yüzde 80’i kırsalda, köylerde yaşıyor; yüzde 90’ı geçimini tarımdan sağlıyor. Öte yandan Balkanlar’dan, Kırım’dan gelen göçler de yoğun. Yeni gelenlerin iş ve aş arayışı, dönemin sosyoekonomik tablosunu daha da karmaşık hale getiriyor.
Bu dönemin temel felsefesini hepimiz biliyoruz:
“Köylü milletin efendisidir.”
1950’lere kadar dünya kırsal kalkınma literatüründe köylü genellikle “tembel köylü” olarak anılırdı; yılın belli dönemlerinde çalışan, yeterince üretken görülmeyen bir sınıf olarak. Oysa Cumhuriyet’in ve Atatürk’ün köylüye “milletin efendisi” olarak yaklaşması, bu bakış açısını kökten değiştiren devrimci bir söylemdi. Tüm dünyanın küçümsediği bir kesimi yücelten bu anlayış, sadece bir söz değil, aynı zamanda bir vizyondu.
Atatürk’ün “ekonomik hayat bir bütündür” vurgusu da son derece önemlidir. “Sadece tarım kutsaldır” ya da “sadece sanayi önemlidir” gibi dar bir bakış yerine; ziraatı, ticareti, sanayiyi birbirini tamamlayan unsurlar olarak görmüştür. Bu bütüncül yaklaşım, kalkınmanın temelidir.
Ayrıca, “halka rağmen değil, halkla birlikte” anlayışı da Cumhuriyet’in en önemli özeleştirilerinden biridir. Bu düşünceler, 1980’lerden sonra Birleşmiş Milletler ve diğer uluslararası kuruluşların gündeme getirdiği “kapsayıcı, katılımcı, insan odaklı kalkınma” ilkelerinin aslında çok önceden, bizde hayat bulduğunu gösteriyor.
Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki kalkınma hedefleri; dengeli, dinamik ve sağlam bir ekonomik yapı kurmak, mali bağımsızlığı sağlamak ve halkın refahını artırmaktı. “Kırsal kalkınma” terimi o yıllarda kullanılmıyordu ama “köy kalkınması” ve “toplum kalkınması” kavramlarıyla aynı anlayış zaten hayata geçirilmişti.
Bu dönemde toprak reformu da gündeme geldi. Çünkü nüfusun yüzde 5’i toprakların yüzde 65’ine sahipti, çiftçilerin yüzde 98’inin ise toprağı yoktu. Bu adaletsizliği gidermek için topraksız çiftçi bırakmama ilkesi benimsendi, büyük toprak sahiplerine sınırlama getirilmek istendi.
1924’te çıkarılan Köy Kanunu köyü tanımladı, yönetim biçimini düzenledi. “Ağa” ya da “ağalık” gibi terimlerin yasada yer alması büyük tartışma yarattı; bunun meşruiyet kazandıracağı endişesiyle “muhtar” ve “ihtiyar heyeti” kavramlarıyla değiştirildi. Bu bile dönemin devrimci karakterini gösteriyor.
Kooperatifçilikte de benzer bir atılım görüyoruz. Mustafa Kemal Atatürk, 1936’da Tekir Köy Kooperatifi’nin 1 numaralı kurucu ortağı olarak kooperatifçiliğe doğrudan destek verdi. 1929’da 65 olan kooperatif sayısı, 1938’e gelindiğinde 589’a ulaştı.
Vergi politikalarında ise Aşar Vergisi’nin kaldırılması çok büyük bir dönüm noktasıdır. Köylünün üzerindeki büyük yük hafifletilmiştir. Evet, ilerleyen yıllarda dolaylı vergilerle ilgili eleştiriler olsa da, tarımın sanayiyi finanse etme işlevi bu dönemde belirginleşmiştir. Çünkü hiçbir ülke tarımdan vazgeçmek istemez; ancak sadece tarım toplumu da olmak istemez. O dengeyi kurmak, işte o dönemin başarısıdır.
Elbette zorluklar vardı: 1929 Dünya Ekonomik Buhranı, İkinci Dünya Savaşı, Milli Koruma Kanunu’nun yarattığı kısıtlamalar… Buna rağmen ürün bazlı destek politikaları geliştirildi. Özellikle buğday başta olmak üzere hububat üretimi desteklendi. Toprak Mahsulleri Ofisi kuruldu. Anadolu tahıl ambarı haline getirildi. Eskişehir’de Kuru Tarım İstasyonu kuruldu; bu, bizim bulunduğumuz yerleşkede, çok erken bir dönemde atılmış önemli bir adımdır.
Sanayi bitkilerinde pamuk üretimi teşvik edildi, ithal ikamesi hedeflendi. Doğu Karadeniz’de çay tarımıyla bölgesel kalkınma sağlandı. Pamukta ıslah çalışmaları yapıldı, Akkala gibi verimli türler başarıyla yetiştirildi. Fındık, tiftik, kenevir gibi ihracat ürünleri desteklendi. Üstelik tüm bunlar yapılırken çekirge istilası gibi olağanüstü sorunlarla da mücadele edildi.
Uzman eksikliğini gidermek için yurt dışından uzmanlar getirildi, aynı zamanda Türk ziraatçılar da yurtdışına gönderildi. Amerika ve Sovyetler Birliği’nde tarımı inceleyen uzmanlar, döndüklerinde politika yapımına katkı sağladılar.
Bilgiye dayalı, planlı, araştırma temelli bir yaklaşım benimsendi.
Uygulamaya da büyük önem verildi. Gazi Çiftliği, yani bugünkü Atatürk Orman Çiftliği, modern ziraat yöntemlerinin yerleştirilmesi amacıyla kuruldu. İlginçtir, en verimli değil; en çorak, en bataklık araziler seçilmiştir. Çünkü “Bu koşullarda bile başarırsak, her yerde başarabiliriz” felsefesi hâkimdi.
Bu süreci desteklemek için Yüksek Ziraat Enstitüsü ve Köy Enstitüleri kuruldu. Köy Enstitüleri sadece üretim değil, toplumsal dönüşüm ve kadın-erkek eşitliği açısından da devrim niteliğindeydi. Köy kızlarına eğitim ve fırsat eşitliği sunuldu.
Ayrıca Atatürk Orman Çiftliği’nde kadınlara yönelik Ülkü Evi açıldı. Lokanta, hamam ve sosyal alanlarla kadınların toplumda daha aktif olmasının önü açıldı. Sinema ve tiyatro gibi kültürel etkinliklerle kırsal alanda sosyal hayatın gelişmesi hedeflendi.
Bir başka örnek de Takvim-i Ziraat Yurdu’dur. Çocuk Esirgeme Kurumu’ndaki yetim çocukların ziraî eğitim alması için kurulan bu yapı kısa ömürlü olsa da, dönemin vizyonunu gösteren çok kıymetli bir girişimdir.
Tüm bunlar Atatürk’ün liderliğinde ama güçlü bir kadronun emeğiyle gerçekleşti.
Ziraat alanında Ali Numan Kıraç, modern tarımın öncülerindendir; Eskişehir Kuru Tarım İstasyonu’nun kurucusudur.
Şevket Raşit Hatipoğlu, akademisyen kimliğiyle köylünün borç sarmalına karşı çözüm arayan, tarımsal politikaları şekillendiren önemli bir isimdir.
Tahsin Coşkan, Mustafa Şeref Bey, Alman uzman Oldenburg, Safvet Arıkan gibi isimler de bu sürecin mimarlarıdır.
Son olarak, Şahabettin Elçi’den bahsetmek isterim. Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarla Bitkileri Bölümü’nde hocamızdı. 11 ay süren stajının her ayrıntısını el yazısıyla kaydettiği defteri hâlâ elimde. Çizimleriyle, notlarıyla o dönemin ruhunu anlatan bir belge. O dönem için en uygun kelime “seferberlik ruhu”dur. Herkes, “Biz bu işi başarabiliriz” inancıyla hareket etmiştir.
Gençlerden söz etmişken, biz de geçtiğimiz Mayıs ayında “Gitmek mi Zor, Kalmak mı Zor” başlıklı bir Kırsal Gençlik Çalıştayı düzenledik. Eskişehir Kent Konseyi ve Tepebaşı Belediyesi Kırsal Hizmetler Müdürlüğü büyük destek verdi. Eskişehir’in farklı bölgelerinden 18-29 yaş arası gençler katıldı. Gençler, “Kalmak istesem de her şey beni dışa itiyor” dediler. Ama aynı zamanda “Değişimi bekleyen değil, değiştiren, dönüştüren olmak istiyorum” mesajını verdiler.
Bu çalışma, Avrupa Birliği’nin üç ülkeyle birlikte yürüttüğü bir proje kapsamında, “Gitme ve Kalma Hakkı” başlığıyla yayımlandı. Türkiye ve Eskişehir’in de içinde yer aldığı bu doküman, gençlerin kırsala bakışını anlamak açısından son derece değerli.”




