TEMA Vakfı Kıdemli Savunuculuk Koordinatörü Onur Küçük şu ifadeleri kullandı;

"Bu projenin ÇED raporu üzerinde çok çalıştık. 2023 yılında başlatıldı, daha sonra geri çekildi. O zamandan itibaren dosyayı inceledik ve bu işin davaya taşınacağını öngörüyorduk. Fakat bir yandan da bu kadar çelişki, bu kadar tutarsızlık varken, böylesine önemli bir bölgede bu denli büyük bir tesisin yapılmaması gerektiği noktasında Bakanlığın süreci durduracağını düşünüyorduk. Aslında olması gereken buydu. Ancak öyle olmadı ve ÇED olumlu kararı verildi. Buna da hazırlıklıydık; dava dilekçemizin ana temeli o süreçte oluştu. Şu anda üzerinde biraz daha çalışıyoruz.

Burada şunu özellikle belirtmek istiyorum: ÇED olumlu kararları her zaman sağlıklı kararlar olmayabiliyor. Eğer öyle olsaydı, bugüne kadar hiçbir dava kazanılamazdı. Oysa ekoloji mücadelesine baktığınızda, kazanılmış pek çok dava var. Bu sürecin de bir kazanımla sonuçlanmasını talep ediyoruz, çünkü projede çok sayıda eksiklik ve kabul edilemeyecek tutarsızlık mevcut.

Teknik konular uzun, ancak birkaç noktaya değinmek istiyorum. Ahmet Hocam bölgenin önemini, orada yaşayan bir yurttaş olarak çok iyi anlattı. “Kümülatif etki” kavramı burada çok önemli. Ne yazık ki proje, tekil bir proje olarak gösteriliyor. Bazen haberlerde “509 hektarlık ÇED alanı” veya “350 hektarlık faaliyet bölgesi” gibi ifadeler görüyorum. Alanlar küçümseniyor, ancak gerçek durum çok farklı. Bu projenin ruhsat alanı 1.800 hektar, yani yaklaşık 2.400 futbol sahası büyüklüğünde. Üstelik bu sahanın bitişiğinde, aynı şirkete ait 1.300 hektarlık bir başka maden ruhsatı daha bulunuyor.

Bu bölgelerde 2017 yılında bir ÇED süreci başlatılmış ve 350 noktada sondaj yapılmış. O dosyayı incelediğimizde sondajların belli bölgelerde yoğunlaştığını gördük. Bugün Alpagu–Atalan Maden Projesi’nin açık ocağı da tam o yoğunluğun bulunduğu noktada yer alıyor. Bu da bize şunu gösteriyor: Proje potansiyel olarak büyüyebilir. Bu olasılığı dikkate almak zorundayız.

Ayrıca bölgede çok sayıda başka şirketin de maden ruhsatı var. Yani bölge, neredeyse tamamen maden ruhsatlarıyla kuşatılmış durumda. Kuzeye gittiğinizde Sarıcakkaya altın madeni, aşağıda Behçetiye altın madeni, havzada ise birçok metalik maden ve rüzgâr enerji santrali (RES) projesi mevcut. Bu da bölgenin ekosistem bütünlüğünü ciddi biçimde tehdit ediyor.

Neden korunmalı? Çünkü bölgede ormanlar, su kaynakları, biyolojik çeşitlilik, tarımsal üretim alanları ve sit alanları var. Bu alanları bu maden projesiyle korumak mümkün değil. Bu sahada “rehabilitasyon”dan bahsetmek gerçekçi değil.

ÇED raporunda, bölgedeki ormanların “bozuk orman” olduğu ve madencilik faaliyeti sonrası yapılacak ağaçlandırma çalışmasıyla “eskisinden daha iyi hale getirileceği” gibi ifadeler yer alıyor. Böyle bir şey mümkün değil. Orman sadece ağaçlardan ibaret değildir; canlısıyla, kurduyla, kuşuyla, suyuyla, iklimiyle bir ekosistemdir. Bölgede çok sayıda endemik tür bulunuyor. Bu türlerin endemik olmasının sebebi, o bölgenin kendine özgü yapısıdır. Bu canlıları başka yere taşıyamazsınız.

Dolayısıyla bu proje sadece bir alanı değil, bütün bir ekosistemi tehdit ediyor. Bu nedenle projede ciddi eksiklikler var. Önümüzdeki dönemde birçok dava açılacak. TEMA Vakfı olarak biz de dava açacağız. Bunu da buradan sizlere aktarmış olayım."