Eskişehir'de konuşan CHP Bölge Milli Eğitim Bakan Yardımcısı Prof. Dr. Armağan Erdoğan şu ifadeleri kullandı;

"Bu yıl 2. kez ev sahipliği yaptıkları için Eskişehir İl Başkanımıza, Büyükşehir Belediye Başkanımıza ve emeği geçen tüm ekip arkadaşlarına çok teşekkür etmek istiyorum.

Bugün bizlerle birlikte bu etkinliğe çok büyük emek ve çaba harcayan Gençlikten Sorumlu Gölge Bakanımız Sayın Sevgi Kılıç’a, Gençlik Kolları Genel Başkanımız Sayın Cem Aydın’a, hem burada bizlerle birlikte oldukları için hem de verdikleri değerli katkılar için çok teşekkür etmek istiyorum.

2 yıl önce bu tarihlerde 38. Kurultayımızı gerçekleştirmiştik. O dönemde Genel Başkanımızın çizdiği vizyonla Gölge Bakanlık uygulamasına geçilmişti. Geçen yıl yine bu tarihlerde, tam bugün, 6 Kasım'da burada, Eskişehir’de, "Bilim ve Demokrasi Işığında Yükseköğretimi Yeniden Düşünmek" toplantımızda 3 oturumda çok değerli konuşmacılarla önemli tartışmalar yapmıştık.

Bu toplantıdan aldığımız ilhamla, 1 yıl içerisinde, geçen yıl Gölge Millî Eğitim Bakanımız Sayın Suat Özçağdaş'ın oluşturduğu bir kabin yapısıyla bütün yönlerini, Sayın Genel Başkanımızın çizdiği çerçevede, iktidara geldiğimizde nasıl bir eğitim vizyonu oluşturacağımızı, farklı çalışma gruplarıyla, uzmanlarla, sivil toplumla yürüttüğümüz çalışmaların sonucunda somutlaştırdık. Bu vizyon, bu ay sonunda yapacağımız Parti Kurultayımızda kamuoyuyla paylaşılacaktır.

Bugün yine YÖK'ün kuruluş gününde 2 oturumla, değerli hocalarımızla ve öğrencilerle yükseköğretimi, üniversiteleri, akademisyenleri ve öğrencileri konuşacağız. Sayın Genel Başkanımıza bizlerle birlikte olması her zamanki gibi çok değerli olduğunu ve bunun tüm yükseköğretim emek verenlere önemli güç verdiğini söyleyerek teşekkür etmek isterim.

Bugünkü toplantımızın başlığı: "Her gencin hakkı, nitelikli, özerk, demokratik ve yaşanabilir bir üniversite." Ben, sizlere, Sayın Genel Başkanımızın birkaç örneğini verdiği yükseköğretim vizyonumuzu bu 4 temel ana başlık üzerinde değerlendirmeyi açıklamaya çalışacağım bugün: Nitelikli üniversite nedir, biz nitelikli üniversiteden ne anlıyoruz? Demokratik üniversite bir ülke için niçin gereklidir? Özerk üniversite nasıl yapılandırılmalıdır? Yaşanabilir üniversite ne demektir?

Çünkü bizim vizyonumuzun özü çocuğun ve gencin üstün yararını gözetmektedir. Bu vizyonu taşıyoruz çünkü her yurttaşın nitelikli eğitim almasını, yurttaşlar için temel bir hak ve devlet için de temel bir sorumluluk olarak görüyoruz. Bizim yükseköğretim politikamızın temeli bu temel vizyona oturuyor. Ancak bu kavramlar sadece yükseköğretim için bir politika hedefi değil, aynı zamanda Türkiye'nin geleceğine dair bir yol haritası anlamını da taşıyor.

Biz üniversitelerin misyonunu sadece bilgiyi öğretmek ve bilgiyi toplumsal faydaya dönüştürmek olarak değil, toplumsal sorunların çözümüne de fayda üretmek olarak tanımlıyoruz. Üniversiteler, bizim için uzakta bir yerlerde soyut kavramlar değil, toplumdan uzak değil; toplumla birlikte, toplumun içinde ve toplum için üreten kurumlar olarak yer alıyorlar.

Hayalimiz, bilim ve aklın ışığında; nitelikli, özerk, demokratik, liyakate dayanan, etik değerlere bağlı, kamu yararını hedefleyen ve topluma katkı sunan bir yükseköğretim sistemi kurmaktır. Ancak bu sadece bir hayal değil, bu hayalin ayakları yere basıyor. Dünyada çok iyi örnekleri olan, uygulandığında tüm topluma katma değer üreten bir sistemi öngörüyor.

Şunu biliyoruz ki üniversitelerin özgür olmadığı bir ülkede bilim gelişmez, demokrasi güçlenmez, refah oluşmaz, toplumsal huzur gerçekleşmez. Demokrasinin, hukukun, adaletin olmadığı bir ülkede kalkınma olmaz. Özerkliğin, akademik özgürlüğün olmadığı bir üniversite sisteminde nitelikli insan gücü yetişmez. Bu döngüsel ilişki, üniversiteyi toplumsal gelişmenin, kalkınmanın, ekonominin, refahın tam da merkezine yerleştirmektedir.

Üniversiteler, kuruldukları ilk yıllardan, Orta Çağ'dan itibaren misyonlarını değiştirmişlerdir. İlk başlarda sadece eğitim veren kurumlar olurlarken, sanayileşmeyle birlikte Almanya'da Humboldt Üniversitesi'nin getirdiği gelenekle araştırmayı da kendilerine bir misyon edinmişlerdir. 20. yüzyılın başından itibaren ise toplumsal yaşama katkı sunmayı ve kitlesel bir şekilde eğitime erişmeyi misyon olarak edinmişlerdir. Bu 3 misyon, günümüzde çağdaş üniversitelerin işleyişini belirler. Son yıllarda ise girişimci, inovatif, yeni nesil, dijital üniversite gibi misyonları üstlenen, toplumla, iş dünyasıyla, teknolojiyle daha entegre olan üniversitelerin olduğunu biliyoruz.

Öte yandan, içinde bulunduğumuz çağda baş döndürücü bir şekilde değişiklikler olmaktadır. Demografik değişiklikler, iklim krizi, ekonomik çalkantılar, siyasi çalkantılar ve krizler, göç, teknoloji, iletişim, yapay zekâ hayatımızı çok hızla değiştiriyor. Bu koşullarda bizim, üniversitelerin rolünü, misyonunu, yapısını, işlevlerini yeniden düşünmek ve yeniden planlamak gibi zorunluluklarımız vardır.

Biz, ülke olarak yine kritik bir eşikteyiz. Geçen hafta Cumhuriyetimizin 102. yılını coşkuyla kutladık. Cumhuriyetin kuruluşunda Gazi Mustafa Kemal Atatürk, bilimi çağdaşlaşmanın temeli olarak gören bir aydınlanma felsefesi geliştirmişti. “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir” demişti.

Bir yandan muasır medeniyetler seviyesine ulaşmayı hedeflerken, bir yandan Cumhuriyetin hiç kimseyi geride bırakmayan, kimsesizlerin kimsesi olan, fırsat eşitliği oluşturmasını öngörmüştü. Ulusun kalkınmasının insan kaynağının iyi bir eğitim almasıyla, aydınlanmasıyla, nitelikli eğitimle olacağını düşünmüştü. Fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller yetiştirmesi için ilk üniversite reformunu 1933 yılında gerçekleştirmişti.

Bugün bize düşen miras, bu sorumluluğu daha ileriye taşımaktır.

Her gencin hakkı olan nitelikli eğitimi, nitelikli üniversiteleri sağlamaktır. Peki, nitelikli üniversite dediğimizde neyi kastediyoruz?

Bugün Türkiye'de nitelikli eğitim sorunu olmadığını söylemeyen hiçbir kimse, hiçbir rapor, hiçbir kaynak bulunmuyor. YÖK'ün kendi raporları bile Türkiye'de çok önemli bir nitelik sorunu olduğunu bahsediyor.

Bundan 44 yıl önce bugün kurulan YÖK, üniversitelerin özerklik alanlarını kısıtladığı, kontrol altına aldığı için ilk günden beri yoğun bir eleştiri altındaydı.

Kurulduğunda var olan 27 üniversitenin öğretimini planlamak, düzenlemek, yönetmek ve denetlemek için tasarlanmış olan bir yapı, bugün 208 üniversitenin, 7 milyon öğrencinin, 200 bine yakın akademisyenin olduğu bir sistemin yükünü taşımaktan uzak bir tasarım halindedir.

Aşırı merkeziyetçi anlayışla üniversitelerin kapasitesini sınırlıyor, iyi olanların ilerlemesine izin vermiyor, tek tipleştirilmiş üniversiteleri vasatlıkta eşitliyor. İyi olanın önüne geçmesini, esneklikleri, farklılıkları, özerklikleri yok ediyor.

YÖK'ün 44 yıllık tarihine baktığımızda, ilk 22 yılının askeri vesayetçi bir yönetim ama son 23 yılının, Sayın Genel Başkanımızın da söylediği gibi, AKP hükümetlerinin oluşturduğu siyasi vesayetçi bir zihniyetle üniversite sistemini yürütmeye çalıştığını biliyoruz.

Türkiye'de genç nüfusun yüksek öğretime talebi karşısında kapasitenin az olmasından dolayı üniversiteye erişimin arttırılması gerekiyordu. Ve hükümetin her defasında söylediği gibi, üniversite sayısı son 20 yılda katlanarak arttı.

Ama bu büyüme planlı, sistematik bir yaklaşımla olmadığı için, bütüncül bir yaklaşımla olmadığı için çeşitliliğe dayanmadı, kalite güvencesiyle ve gerekli kaynaklarla desteklenmedi. En başından beri öngörülebilecek şekilde nitelikli ve kaliteli eğitim geri planda kaldı.

Bugün yükseköğretim hem erişimde istediği noktaya ulaşamamış durumda hem de üniversite okumak isteyen öğrencilerin dörtte birisi ancak üniversiteye girebiliyor. Bu yıl üniversiteye giren öğrencilerin son sınıfta olanlarının sadece 200 bin civarında olduğunu söylemek, bu sistemin aslında ne kadar gerçeklikten ve Türkiye'nin ihtiyaçlarından uzak olduğunu belirtmeye yetecek sanıyorum.

Biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak üniversiteleri sadece diploma veren değil; düşünen, üreten, sorgulayan, topluma değer katan kurumlar olarak yeniden inşa edeceğiz. Üniversitelerin bugünlerde olduğu gibi ülkenin ve dünyanın sorunlarına ses çıkarmayan, sessiz kalan değil; bulundukları kente, ülkeye, dünyaya çözüm üreten kurumlar olmalarını sağlayacağız.

Demokratik Üniversite. Bugünkü başlığımızdaki ikinci kavram demokratik üniversite. Aslında çok fazla duymayız bu kavramı.
Bir üniversitenin kalitesi; binalarıyla, öğrenci sayısıyla, düşünce özgürlüğüyle, katılımcı kültürüyle ve şeffaf yönetimiyle sağlanır. Bugün dünyadaki en iyi üniversitelerin ortak özelliği; özgür düşünen akademik ortamlarının olması, katılımcı yönetim anlayışına sahip olmaları, şeffaf ve hesap verebilir bir şekilde bir kurum kültürüne sahip olmalarıdır.

Ancak ne yazık ki hepimizin yaşadığı, bildiği, gördüğü bir şekilde Türkiye bu evrensel değerlerden giderek uzaklaşmış bir durumda.

Bunu nasıl görüyoruz? YÖK, siyasetin güdümünde üniversiteleri kontrol ediyor. YÖK'ün üyeleri ve rektörler tek imzayla atanıyor. Senatolarda rektörlerin kararları sorgulanmıyor, akademik kurullar işlevsiz halde, öğrenciler karar süreçlerinden dışlanıyor.

2016 yılından itibaren öğrenci temsilcilerinin seçimlerinin yapıldığı öğrenci konseyleri atıl duruma getirilmiş, seçimleri yapılamamış durumda. Yani hem rektörleri ve akademik kadroyu seçimlerden uzaklaştıran bir yönetim hem de öğrencileri ve gençleri demokratik anlayıştan uzaklaştıran bir yönetimle karşı karşıyayız.

Biz üniversitelerin demokratik işleyişini güçlendireceğiz. Genel Başkanımızın söylediği gibi, YÖK'ü yok edeceğiz. Yerine yükseköğretimi bütün boyutlarıyla, katılımcı, şeffaf süreçlerle planlayacak, üniversitelere veri temelli, bilimin ışığında destekler sağlayacağız.

Rektör seçimleri; öğretim elemanlarının, öğrencilerin, çalışanların, mezunların demokratik ve şeffaf bir şekilde seçimiyle gerçekleşecek. Çünkü biz biliyoruz ki şeffaflık olmadan, katılımcı kararlar alınmadan kamu kaynağını kullanan kurumlar kamu yararını oluşturamazlar, oluşturamıyorlar.

Genel Başkanımız, akademik özgürlükler endeksinde en son sıralarda olduğumuzdan bahsetti. Ben de sizlere, akademik özerklikler endeksinde Avrupa'daki en son sıralardaki ülkelerden birisi olduğumuzu söylemek isterim. Avrupa Üniversiteler Birliği'nin her yıl yaptığı özerklik karnesinde Türkiye ne yazık ki en son sırada yer alan bir ülke durumundadır. Bu durum, hem akademik özerklikte (bilimsel konulara, müfredata, araştırma önceliklerine dış müdahalenin olmamasını gerektiren konularda), hem kurumsal özerklikte (yönetim organlarının üniversite bileşenleri tarafından seçilmesinde), hem mali özerklikte (kaynaklarını kendi hedefleri ve öncelikleri doğrultusunda yönetebilmesinde), hem de personel özerkliğinde (yani akademik kadrosunu liyakat ve bilimsel ölçülere göre belirlemesinde) gözlemlenmektedir.

Rektörlerin Anayasaya aykırı bir şekilde tek imzayla atanmaları, YÖK'ten onay almaksızın karar alamamaları, üniversiteleri adeta zincirlerle birbirine bağlanmış, hiç kimsenin hareket edemediği, hiçbir kimsenin öne geçemediği, birbirinin kopyası haline gelmiş kurumlar haline getirmiştir.

Ayrıca, YÖK ve Hükûmet bugünlerde yükseköğretim müfredatının tıpkı Millî Eğitim Bakanlığında olduğu gibi sadeleştirileceğini söylüyor. Üniversitelerin görevi olan bir konu olan müfredat sadeleştirilmesi, YÖK tarafından yine özerkliğe darbe indirilerek kendi üstüne alınmış oluyor.

Hesap verebilir ama özgür bir üniversite düzeni kurmak için çalışıyoruz. Hedefimiz, üniversitelerin toplumun bütün alanlarda nefes alabilmesi. Nefes alabilecek bir üniversitenin yaşanabilir üniversite olması gerekiyor. Bugünkü son başlığımız olan **"Her Gençliğin Hakkı Yaşanabilir Bir Üniversite"**yi sizlerle paylaşmak isterim.

Yaşanabilir üniversite:

Yalnızca öğrenme ve çalışma mekanı değil, insanca yaşamın, üretkenliğin, dayanışmanın mümkün olduğu barışçıl bir akademik ortamı içerir.

Öğrenciler için barınma, beslenme, sağlık, sosyal kariyer, psikolojik destek hizmetleri, güvenli ve katılımcı bir kampüs yaşamı demektir.

Akademik ve idari personel için çalışma koşullarının adil olması, iş güvenliklerinin sağlanması, akademik özgürlük, yaşam koşulları ve özlük haklarının iyileştirilmesi demektir.

Çevre için yeşil kampüs, sürdürülebilir, iklim dostu uygulamaların benimsenmesi demektir.

Kısacası, öğrencisine, akademisyenine ve topluma iyi olmayı söyleyen, onları iyi hissettiren bir üniversite ortamıdır.

Ne yazık ki bugünlerde, genelde eğitim, özelde de yükseköğretim sistemi, fırsat eşitliği yaratmak yerine eşitsizliği üretiyor. Sosyoekonomik düzeyi iyi olan ailelerin çocukları avantajlı, iyi olmayanlar, düşük gelirlerden gelenler ise geride kalıyor. Bu uçurum, gençlerin toplumsal eğitim yoluyla, Cumhuriyetin en temel felsefesi olan fırsat eşitliğini yok ediyor ve çalışarak, başararak, okuyarak iyi bir hayat sürecekleri gerçeğinden uzaklaştırıyor. Kısa yoldan usulsüz şekilde alınan sahte diplomalar, kayırmaca atamalar, mülakatlar bu duyguyu daha da pekiştiriyor.

Cumhuriyet Halk Partisi olarak biz, yükseköğretimi yeniden sosyal devlet ilkesiyle buluşturacağız ve bu yönde çalışmalarımızı yapacağız.

Bu kapsamda, her öğrenciye erişebilir, güvenli ve barınma imkanı sağlanması, burs/kredi sisteminin adil ve şeffaf bir şekilde işletilmesi, öğrencilerin iyi oluşlarının önemsendiği, desteklendiği, kültür ve kariyer hizmetlerinin yaygınlaştığı, yönetime katıldıkları, Anayasal özgürlüklerin Anayasal güvenceye alındığı, özlük haklarını güçlendirecek, iyi yetişmiş gençlerin akademisyenliği bir meslek olarak kabul edecekleri, buna özenekcekleri mekanizmalar oluşturacağız.

Sonuç olarak, kamusal ve tarihsel bir sorumlulukla, Cumhuriyetimizin 2. yüzyılını bilimin rehberliğinde, nitelikli, demokratik, yaşanabilir üniversitelerle yeniden inşa etmek için Cumhuriyet Halk Partisi olarak bütün kadrolarla hazırız. Cumhuriyet Halk Partisi'nin yükseköğretim vizyonu bu doğrultuda kamu yararını, liyakati, bilimin özerkliğini merkeze alan bir dönüşümü getirecek. Türkiye'nin geleceği özgür düşünen, etik değerlere bağlı, evrensel bilgiyle donanmış kuşaklarla olacak.

Bu nedenle, bugün yaptığımız bu toplantıda başlıklandırdığımız "Nitelikli, Demokratik, Özerk, Yaşanabilir Üniversite" ifadesi bizim için yalnızca bir politika hedefi değil, bilimsel aklın, toplumsal sorumluluğun ve insani değerlere dayalı kamusal bir yönetimin anlayışıdır. Bilimle, liyakatle, eşitlikle ve özgürlükle büyüyen, paylaşan bir Türkiye mümkündür ve inanın, biz bunu hep birlikte başaracağız."