CHP Eskişehir Milletvekili Jale Nur Süllü şu ifadeleri kullandı;
"İklim değişikliğinin aslında son zamanlarda terminolojisi artık değişiklikten de çıkıp kriz, hatta iklim kanseri olduğunu söyleyenler var ve terminolojiye bu şekilde girdi. Aslında iklim krizine neden olanın insan faaliyetleri olduğunun öncelikle bilincine varmalıyız. İklim kriziyle mücadelenin 2 aşaması vardır. Biri azaltım, diğeri ise uyumdur. Azaltım aşaması, sera gazı salınımlarının azaltılması, yani atmosfere etki eden sera gazı salınımının azaltılmasıdır.
Şimdi sera gazı salınımlarının azaltılması dendiğinde aslında bütün iktidarlar ve hükümetler çok büyük hedefler ortaya koyuyor. Azaltmak için sıfır emisyon gibi Paris İklim Anlaşmaları ve sürekli COP zirveleri düzenleniyor. Ancak konulan hedeflere hiçbir zaman erişmek için gerekenler yapılmıyor. Tabii bir de bu azaltım sürecinin dışında uyum süreci vardır. Uyum süreci de iklim değişikliğinin ve iklim krizinin etkilerini görüp ona göre şehirlerin, ki bugün bizim özellikle konumuz olan Eskişehir’imizin iklim krizine ve iklim değişikliğine uyumlu hale getirilmesidir. Azaltımlarda da yerel yönetimlerin rolü büyüktür.
Dolayısıyla bu durum hem azaltım hem de uyum sürecinde 2 aşamalı bir mücadeleyi gerektiriyor. Bakın hedef konuluyor; 2053 yılında Türkiye için de Paris İklim Anlaşması'nı imzalamamız sonucunda Cumhurbaşkanı New York’ta bir açıklama yaptı ve 2053 yılında sıfır emisyon hedefini koydu. Tüm dünyada 2050 sıfır emisyon hedefi vardır. Ama ne yazık ki bu hedefe ulaşmak için gerekenler tam anlamıyla yapılmıyor. Biz yine eski alışkanlıklarımızdan insanoğlu olarak vazgeçmiyoruz. Lükse ve tüketime devam ediyoruz. Bir taraftan da yapılan çalışmalar hiçbir şekilde iklim krizinin ve iklim değişikliğinin ne etkilerini azaltmaya ne de uyum aşamasına etki gösteriyor.
Tabii ne yapmalıyız? Evet, bu noktada gerçekten ne yapmalıyız sorusu çok önemlidir. Hep yakınıyoruz olup bitenlerden; kar eskisi gibi yağmıyor, yerde kalmıyor diyoruz. Kuraklık riski var ve gıdamız tehdit altındadır. Ama tabii en önemlisi yakın zamanda artık savaşlar nedeniyle değil, kuraklık nedeniyle iklim göçleri de başlayacaktır. Ki yüzyıllar önce aslında insanoğlu bunları yaşadı. Bilim insanlarının uyarılarını ne yazık ki hiç dikkate almıyoruz. Bilim insanlarının uyarılarını bu aşamada dikkate almamız gerekiyor.
Tabii yerel yönetimlere çok büyük iş düşüyor. Ben Eskişehir olarak diğer illeri de görüyorum. Geçtiğimiz dönemde İklim Krizi ve Kuraklıkla Mücadele Komisyonu'nda, 27. Dönem Milletvekilliğim sırasında komisyon üyesiydim. Çok ciddi çalışmalar yaptık ama dönüp baktığımda meclisin tozlu arşivlerinde ne yazık ki kaldığını görüyorum ve buna çok üzülüyorum. Biz Eskişehir olarak aslında bu konuda çok daha bilinçliyiz. Yıllardır biliyorum; hem Büyükşehir Belediyemiz hem Tepebaşı hem Odunpazarı Belediyemiz yıllardır iklim değişikliğiyle mücadelede çeşitli çalışmalar gerçekleştiriyorlar.
Mesela lastik tekerlekli araçların azaltılması, bizim hafif raylı sistemimiz Estram’ımız bile buna çok büyük katkı sundu. Biz yıllar önce sevgili Aytaç da buradaydı herhalde, biraz önce gördüm, Büyükşehir Belediyemizle özellikle bir çalışma yapmıştık. Hava kirliliğini ölçmek için her yere cihazlar yerleştirmiştik değil mi Aytaç? Tramvaydan sonra salınımların çok ciddi şekilde azaldığını biz o dönem tespit etmiştik. Aynı şekilde lastik tekerlekli araçların girmemesi ve Büyükşehir Belediyesinin bu bisiklet yolları son derece önemlidir. Bazı kişiler bu bisiklet yollarından şikâyetçi oluyor ama karbon salınımlarını ne kadar azaltırsak bu durum sürece o kadar etki edecektir.
Eskişehir için en büyük mücadeleyi yıllardır termik santrale karşı sürdürdük. Bu çok önemli bir aşamaydı. Şimdi de ne yazık ki başımızda bir dert vardır. Sayın TEMA Vakfı Başkanımız Sayın Deniz Ataç birazcık değindi, Ahmet Başkanım da değindi. En büyük risklerden bir tanesi ne yazık ki vahşi madenciliktir. Bakın Eskişehir’in çok büyük bölümü, bütün iller gibi ama Eskişehir de öyle, ne yazık ki bu kadar zengin maden kaynaklarına sahip olmakla güya şanslıyız diyoruz. Ama ne yazık ki bu durum şanssızlığımız olarak bize yansıyor. Çünkü Türkiye’de gerçekleştirilen madencilik gerçekten vahşi madenciliktir.
Şimdi Alpagut, Atalan ve Tekke ile Sakarya Vadimiz risk altındadır. Bize madencilikle ilgili sürekli olarak yalanlar söyleniyor. Geçtiğimiz yaz aylarında imzasız bir şekilde bir broşür dağıtıldı. Oradakilerin tamamı maden şirketlerinin yalanları üzerine kuruluydu. En büyük risklerden bir tanesi madencilik faaliyetleridir. Çünkü ihtiyacımız olan su en temel ihtiyacımızdır. Biz altını yiyemeyiz ama susuz yaşayamayız. Bunu her şeyden önce basın mensuplarımız da buradayken özellikle altını çizmek istiyorum.
Sadece ormanları yeşil yapraktan ibaret gören bir anlayış vardır. Oysa ki o ormanlarda, o ağaçların altında su kaynakları vardır. Orayı 1 gram altın için binlerce ton su kaybına yol açarak yok ediyorlar. Toprak bir avuç olarak yüzyıllar içinde oluşuyor ama madencilik uğruna o kayalar kaldırılıyor, kırılıyor, toprak yok oluyor. Gıdamız ve suyumuz tehdit altındadır. Bu konu gerçekten son derece önemlidir. Sadece "şu kadar ağaç diktik" denilerek ya da maden alanlarının rehabilitasyonundan söz ediliyor. Oysa ki TEMA da çok açık ve net söylüyor, Birleşmiş Milletler raporlarında da çok açık yer alıyor; yok edilen sahalar madencilikle asla geri getirilemiyor. Bunlar Birleşmiş Milletler raporlarına girmiş durumdadır. Aslında gerekenin rehabilitasyon olduğu söyleniyor ancak bunlar çok pahalıdır ve asla yapılmıyor. Ülkemiz madencilerin talanı altındadır.
Biliyorsunuz bu yaz bir İklim Yasası çıktı. O iklim yasasından aslında çok beklentimiz vardı. Yıllardır bir su yasasının ve iklim yasasının çıkmasını söylüyoruz. Ama ne yazık ki çıkan yasalar tamamen bir sermaye piyasası kanunu gibi karbon salınımını alınıp satılan bir meta haline getiren bir kanun olarak çıkarıldı. Hiçbir şekilde iklim kriziyle mücadelenin ne azaltım ne de uyum süreçlerinde hiçbir şekilde bir etkisi olmayan bir kanundur.
Yine biliyorsunuz bu yaz zeytinliklerle ön plana çıktı ama aslında zeytinlikler değil, tarihi anıtlara ve su havzalarına bile kazma vurulmasını sağlayacak bir yasa geçti. Bu durum "Zeytinlikler Yasası" olarak bilindi ama ne yazık ki ülkemiz gerçekten çok büyük tehdit altındadır. Dolayısıyla yerel yönetimlere burada çok büyük iş düşüyor. Ben bir siyasetçi olarak bunu söylemekten çekinmiyorum; Cumhuriyet Halk Partili belediyelerin yönettiği şehirler bu anlamda birazcık daha şanslıdır. Çünkü onlarda doğa ve çevre bilinci daha gelişkindir. Büyükşehir Belediyemiz ve ilçe belediyelerimiz sürekli davalar açıyorlar, TEMA da bu konuda müdahil oluyor. Eskiden bu davaları daha çok kazanırdık ama şimdi bu siyasallaşan yargıyla biraz daha az kazanma şansımız oluyor ancak yine de mücadeleyi sürdürüyoruz.
Madencilikle mücadele yerel yönetimlerde çok önemlidir. Ayrıca yerel yönetimlerde bu gri altyapı uygulamaları, yağmur sularının biriktirilmesi ve değerlendirilmesi son derece önemlidir. Şimdi biz bazen "şu kadar asfalt attık, şu kadar beton yol yaptık" diye çok övünüyoruz ama aslında bunların her birinin iklim kriziyle mücadelede çok olumsuz etkileri vardır. Yerel yönetimlerimiz buradayken onu da özellikle parantez içinde söylemek isterim. Ne kadar toprak geçirgenliği suya sağlanırsa su kaynakları konusunda o denli şanslı hale geliyoruz. Yerel yönetimlerimizin şehir içinde trafik akışını azaltmak için akıllı kavşaklar sistemi gibi uygulamaları aslında trafikten ışıklarda bekleme sürelerinin azaltılmasına kadar azaltım sürecinde çok önemlidir.
Çocuklar, kadınlar, yaşlılar ve engelliler gibi kırılgan kesimlere yönelik uygulamalar son derece önemli olduğu için ben Eskişehir olarak kendimizi çok şanslı görüyorum. Cumhuriyet Halk Partili belediyelerimizde belediye başkanlarımız bu konuda çok duyarlıdır. Belediye başkanlarımıza yaptıkları çalışmalar için teşekkür ediyorum. TEMA Vakfına sadece Eskişehir’imizde değil, tüm ülkede bu konudaki duyarlı çalışmaları nedeniyle teşekkür ediyorum. Birleşmiş Milletler’de özellikle UNDP’ye ve UN Women'a bu konuda çok ciddi güzel çalışmalar yaptıkları için çok teşekkür ediyorum. Ben de bir milletvekili ve siyasetçi olarak üzerime düşeni hem şehrim hem ülkem adına yapacağıma söz veriyor, hepinizi saygı ve sevgilerimle selamlıyorum."