Eskişehir'de konuşan CHP Genel Başkanı Özgür Özel şu ifadeleri kullandı;
“Yılmaz Büyükerşen'e, yıllarca onunla birlikte bu kentte hizmet etmiş olan belediye başkanlarımıza, belediye meclis üyelerimize, belediye emekçilerimize ve şimdi de burayı yöneten bir kadın belediye başkanı olan sevgili Ayşe Ünlüce'ye bu muhteşem şehir için teşekkür ediyorum.
Şüphesiz üniversite rektörlüğünden Büyükşehir Belediye Başkanlığına yükselen ve hâlen daha tecrübesiyle, himayesiyle Eskişehir'e katkı sağlayan, Anadolu'nun ortasında bozkırdan adeta bir cennet, bir vaha yaratan, bugün de 100 binin üzerinde öğrenciyi kentte misafir eden bir vizyonun sahibi Sayın Yılmaz Büyükerşen'dir.
Cumhuriyet Halk Partisinin (CHP) içinde bulunduğu en önemli değişim, dönüşüm ve Türkiye'yi değiştirme sürecinde iki önemli hedefi vardır. Aslında bu hedefler 100 yıl önce ortaya konmuş ve kurucumuz tarafından, kurucu kadrolarımız tarafından o dönemde başarıyla hayata geçirilmiş hedeflerdir.
Bunlardan bir tanesi kadınların toplumsal yaşamda, çalışma yaşamında ve siyasette varoluşlarıdır. Dünyadaki çok sayıda ülke daha kadınlara oy hakkını tanımamışken, Türkiye'de seçmenin yanında seçilme hakkının da kadınlara tanındığı bir ülkede böyle bir mirasın üzerindeyiz. Biz de Cumhuriyet Halk Partisi olarak çok daha fazla kadın belediye başkanı, milletvekili ve yönetici istiyoruz.
Bununla ilgili, geçtiğimiz dönemlerde attığımız önemli adımlardan bir tanesi Eskişehir'de efsaneleşmiş birisinin yerini, genel sekreterlik görevini de yanında yapmış olan, hem usta çırak ilişkisiyle birlikte bu kentte hizmeti öğrendikleri ve yerine getirdikleri birisinin göreve gelmesiydi: Ayşe Ünlüce.
Diğer yandan da Cumhuriyet Halk Partisinin en önemli hedeflerinden bir tanesi gençlere verdiği önem, onların siyasete katılımıdır. Genç bir il başkanımız var. Tüm örgütümüzdeki gençleri ve bu salondaki tüm gençleri bir kez daha sevgi ve saygıyla selamlıyorum. Hepiniz hoş geldiniz.
6 Kasım 1981, YÖK'ün kuruluşudur. Bugün de 44. yılıdır. YÖK'ün kuruluşunda Cumhuriyet Halk Partisi'nin yükseköğrenime, öğrencilere ve akademiye dair söyleyeceği sözler vardır. Bunları nerede söylemelidir? Elbette bir üniversite kentinde söylemelidir. 7 yıldır aralıksız Türkiye'nin en önemli, en iyi üniversite kenti olarak seçilen bir kentte bunu yapıyor değerli Gölge Bakanımız Suat Özçağdaş. Ben de davet alıyorum ve ben de diyorum ki: Bugün madem üniversiteye dair bir şeyler söyleyeceğiz, onun söyleneceği yer şüphesiz Eskişehir'dir. O yüzden bir kez daha bugün birlikteyiz.
12 Eylül darbesi, Türkiye'de pek çok şeyin üzerinden silindir gibi geçti. Bunun en başında başta siyasi partiler ve siyaset kurumu olmak üzere, örgütlenme özgürlüğü, sendikalar olmak üzere, bir de özerk üniversitenin üzerinden silindir gibi geçti. O gün de eksikleri vardı ancak bundan 45 yıl önce bile bugünkü halinden çok çok daha iyi bir noktadaydı.
Ancak darbeciler sandığa düşman oldukları için, demokrasiye düşman oldukları için, özgür düşünceye ve özgür düşünenlerin seçme hakkına düşman oldukları için, ilk saldırdıkları sandık üniversitelerde rektörlerin, bölüm başkanlarının seçildiği üniversite içi seçimlere saldırdılar. Bunu geri alabilmek çok uzun yıllar sürdü.
Daha önce pek çok parti iktidara gelirken YÖK'ü kaldıracağını söyledi. Kimi o güçle gelemedi, kimi geldiğinde yerleşmiş bu vesayet odağıyla mücadele edecek yeterli vakti bulamadı. Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) çok iddialı şekilde bunu söyleyerek geldi, çok az partiye imkân olacak kadar uzun süredir görevde kaldı. İstediği tüm güçleri, tüm yetkileri elinde tuttu, ancak YÖK gibi Kenan Evren'den kötü bir miras olan bir kurumu bırakın kaldırmayı, uygulamaları çok daha baskıcı, çok daha tahakkümcü, çok daha ortak düşünceyi reddeden ve dayatan bir şekle çevirdi.
Tabii, üniversitelerdeki seçim sandığını, seçim hakkını üniversitelerin elinden alan Kenan Evren bunu 1980'de yapmıştı. 46'dan beri üniversitelerde 54 yıl seçim vardı. 1980'de kaldırmıştı. O günden sonra, tabii bu yeniden demokratik kurumlar yerleşip ülkede özgürlüklerle ilgili talep yükselmeye başladıkça, siyaset kurumu bunun karşısında duramadı ve 1992'de bir kanuni değişiklikle seçim geri geldi.
Tam olarak seçim mi geldi? Tam olarak gelmedi. Üniversitedeki öğretim üyeleri rektör seçmek için oy kullanıyorlardı. En yüksek oyu alan 6 aday (6. bir oy bile almış olsa) YÖK'e bildiriliyordu. YÖK içinden 3'ünü seçiyordu ve o 3'ünü Cumhurbaşkanına yolluyordu. O da 3'ünün içinden birini seçiyordu. Ancak yerleşik uygulama, en çok oyu alanın bildirilenler içinde olması ve onun da atanmasıydı.
Zaman zaman önceki Cumhurbaşkanımız Ahmet Necdet Sezer, en çok oyu alanı değil de, ikinci en çok oyu alanı çeşitli gerekçelerle yetkisini kullanarak atadığında, en çok karşı çıkanlar bugün iktidarda olanlardı. "Nasıl yaparsınız? En çok oyu alanı nasıl atamazsınız?" diye tepki gösterirlerdi. O, onların tercih ettikleri bir yapıdan, Ahmet Necdet Sezer de üniversitenin geleceği için ikinciyi seçmişti. Büyük bir isyan, büyük bir itirazda bulunurlardı.
Allah var ya ben de gencecik yaşımda "Ya en çok oyu alan atansın, neden bu kanun böyle yapılmış?" falan diye aklımdan geçirir, gönlümden ben dahi itiraz ederdim. İstisna olan ikincinin atanması, gün geldi, Cumhurbaşkanlığı el değiştirdi ve bugünkü Cumhurbaşkanı o yetkiyi kendisi kullandığı dönemlerde şunu dahi yaptı: Seçimde 6. olan, 1 oy almış, 2 oy almış kişi kendine bildirildi. 800 oy almış kişiyi değil, 2 oy almış kişiyi atadı. Vaktinde bağırıp "Nasıl yaparsın? Bu bundan 10 oy fazla almış, onu nasıl atamazsın?" diyen 2 oy almış sonucu atadı. Türkiye'ye yakıştı mı? Vallahi Türkiye'ye yakışmadı ama o daha beterini yakıştırdı. 15 Temmuz akşamı, gerek üniversitelerde ne istediyse verdikleri, altına F-16 verdikleri, altına tank verdikleri, üstüne cübbe giydirdikleri, omzuna apoletine yıldızlar doldurdukları Fethullah Gülen Cemaati kendisine darbe yapmaya kalktı.
O darbede, o darbede Cumhuriyet Halk Partisi o gün meclis kapalıydı. Aradık biz, "Meclisi açın. Biz meclisi kuran partiyiz. Demokrasi hedefte. Meclisin, seçilmişlerin arkasında, darbecilerin karşısında durmalıyız." dedik. Kapalı meclisi açtırdık. Kürsüden bu minvalde konuşmalarımızı yaptık. Hedef olduk, F-16'dan bomba yedik. Ve bize dünya kadar kötülük yapmış da olsa, seçilmiş parlamentodaki ve seçilmiş hükümetteki iktidarın arkasında durduk. Çünkü biz demokrasi fikrinin sahipleriyiz. Çünkü biz zaten "gücü yeten yönetsin" deseydik, padişahın gücü yetiyordu hepimize. Ya da en güçlü olan yönetsin diyecek olsaydık, Gazi Mustafa Kemal Atatürk'e padişahlık teklif ettiler, reddetti. İngiliz tipi krallığı reddetti. Amerikan tipi başkanlık o dönemde de vardı, kaç yüz yıldır var. Reddetti. "Biz bir meclis kurduk, ne görev verirse onu yaparız." dedi. Kanun getirdiler, Ebedi Cumhurbaşkanı. Ebedileşmesi gereken millet iradesidir. Birinin şahsi geleceğini değil, milletin iradesinin belirleyici olmasını ebedileştirin dedi.
Biz bu demokrasi fikrinden geldiğimiz için darbe gecesi doğru tutum takındık. Bir tane Cumhuriyet Halk Partili çıkıp da darbeden medet ummadı. Ertesi gün, önce bir tebrik telefonu... Reddettik. Yani ne münasebet. "Darbeye karşı çıktığı diye Cumhuriyet Halk Partisi'ne kim teşekkür edecek?" Teşekkür edecek birisi varsa, milletin kendisidir. Demokrasinin arkasında kim durduysa ona teşekkür eder. Darbecinin yanında durmadın diye kimse teşekkür almaz.
Ama ertesi gün ikinci bir telefon: "Biz Olağanüstü Hal ilan edeceğiz, desteğinizi bekliyoruz." Dedik ki, "Bizden destek alamazsınız. Biz darbeye direniriz ama OHAL yönetimine, sıkı yönetime, keyfi yönetime, hukuki denetim olmayan yönetime de direniriz, itiraz ederiz." "Ya 3 aylığına ilan ediyoruz, 45 günde bitireceğiz." 3 yıl sürdürdüler. Bu 3 yılda Kanun Hükmünde Kararname (KHK) çıkarma imkanı aldılar ve meclis yerine cumhurbaşkanı ve bakanların imzasıyla kanun hükmünde o KHK'ları çıkardılar. 3 yıl. Bu 3 yılda anayasayı değiştirdiler. Bu 3 yılda referandum yaptılar. Bu 3 yılda o anayasayla rejime kasteden anayasa değişikliğiyle genel seçim yaptılar. Yani darbeyi fırsata çevirdiler ve darbeciler geldiğinde ne yapacaksa... Kenan Evren de 80'de geldi, 83'te gitti zaten. O 3 yılda ne yapacaksa, darbeyi yapmışçasına onlar yaptılar.
İşte o sırada rektör atamasını da kaldırıp, "Rektörü cumhurbaşkanı atar." dediler. Bakın, 2 oy almış altıncıyı atamayı bile, "Ya bizimki 2 oy almazsa, ya önüme gelmezse doğrudan ben belirleyeyim." dediler. O gün bugün, 2016'dan beri rektör atamalarını kayyım ataması şeklinde yapıyorlar. Üniversitelerin başına, günü süresi dolanın yerine kayyım bir rektör, kayyım bir rektör atıyorlar ve öyle yönetmeye devam ediyorlar.
OHAL kalktı, Anayasa Mahkemesi'ne başvurduk. İptal ettirdik. Geçen sene tekrar iptal ettirdik. Anayasa Mahkemesi, en son 4 Haziran 2024'te cumhurbaşkanının rektör atama yetkisini yeniden iptal edip, "Anayasaya göre seçimle belirlenecek." dedi. 1 yıl süre verdi. O süre bu yıl 4 Haziran'da doldu. 18 Haziran günü yeniden kanun yapıp, bir kelimenin yerini değiştirip yine kanuna "Cumhurbaşkanı belirler." yazdılar.
Anayasa Mahkemesi'nin Sayın Başkanı Sayın Özkaya'ya gittim. İki başkan vekili de oradaydı. Dedim ki, "Bu yapılan işler, bu yapılan işler tam olarak anayasa mahkemesini saymama, keyfi yönetimin önünde hukuki denetimin olmasını kabul etmeme, anayasanın bir sayfasını yırtıp atmaktır." Anayasanın bir sayfasını yırtıp atmak çok kolay bir iştir ama herkes hangi sayfanın yırtılacağına dikkat etmesi lazım. "Sen cumhurbaşkanı olarak, Anayasa Mahkemesi üst mahkemedir, kararları gerekçeleriyle yayınlanır, yargı, yasama, yürütme için bağlayıcıdır." hükmü duruyorken o sayfada, "Anayasa Mahkemesi'ni tanımıyorum, saygı da duymuyorum." dersen ya da "Filanca parti kapatılmadı diye Anayasa Mahkemesi kapatılsın." diyen bir ortağın varsa ve Anayasa Mahkemesi'nin aldığı kararları hiçe sayıyorsan, seçilmiş milletvekilleri içeride duruyorsa, Anayasa Mahkemesi'nin aldığı kararlara uymuyorsan ve en son aldığı karara karşı, sana verdiği sürenin sonunda aynı kanunu çıkarıp burnuna dayıyorsan, bu bir sayfayı yırtıp atmaktır. O sayfayı sen attın. E yarın biri tutar meclisin yetkilerini atar. Öbürü gelir cumhurbaşkanının yetkilerini atar. Anayasa ortadan kalktığında ne olur? Karşı dükkanda yağma başlar. Anayasal düzen ortadan kalkınca artık polis, jandarma, tapu, hiçbirinin bir anlamı kalmaz. Eldeki hiçbir kağıdın değeri kalmadığında, o zaman devlet ortadan kalkar. O zaman yağma başlar, o zaman zorbalık başlar, o zaman kimin kime gücü yetiyorsa...”
“Anayasa Mahkemesinden beklentimiz, daha önce içtihaten kazanılmış bir hakkı var Anayasa Mahkemesinin: Yürütmeyi durdurma. Çok ivedi konularda, birisi arkandan dolanıyorsa, 9 ay süre vermişsin, sonunda aynı kanunu getirip dayıyorsa, vuracaksın yürütmeyi durdurmayı, bak bir daha yapıyor mu? Maalesef, Anayasa Mahkemesi neredeyse 10 yıldır bu içtihaten kazandığı uygulamadaki yürütmeyi durdurma kararlarından vazgeçmiş durumda ve bu yüzden yok sayılıyor şu anda. Bu yüzden memlekette anayasa askıda şu anda.
Recep Tayyip Erdoğan'ın uyduğu maddelere uyuluyor, uymadığı maddelere uyulmuyor. Yeni bir düzen, ikili bir hukuk sistemi: kendisine hukuk, ama kendinden olmayan muhaliflere düşman hukuk sisteminin uygulandığı bir sürecin içindeyiz. Peki, bu bizi nereye getiriyor? Getirdiği yer şu: Bu yıl açıklanan Akademik Özgürlükler Endeksi'nde Türkiye'nin yeri, yine en alttaki %10'luk dilimde yer aldı. Türkiye'de akademinin özgürlüğü, yani rektör böyle seçildiği, böyle atandığı, üniversiteye sorulmadığı, sandık en lazım olduğu yerden ilk kaldırıldığı için, Türkiye'nin bulunduğu dilimdeki ülkeler: Kuzey Kore, Güney Sudan, Katar, İran. Bu seviyedeyiz.
Geçtiğimiz grup toplantısında, Avrupa'da enflasyonda birincisiyiz, genç işsizliğinde birincisiyiz, bir sürü rakamı verdim. İşte üniversite özerkliğindeki yerimiz Kuzey Kore'yle, Güney Sudan'la, Katar'la, İran'la aynı noktadayız. Öyle her bir endeks bir kez daha ürpermemizi, bir kez daha ne durumda olduğumuzu bize gösteren bir noktaya geliyor.
Peki siz ne yapacaksınız? Ben konuşmalarımın yarısını, üçte birini mevcut durum ve buraya niye geldiği diye ayırırken, kalan kısmını "Biz ne yapacağız?"a ayırıyorum. Çünkü ne kötülük yaptılar, 23 senede biriken bir şey var. Ama bundan sonraki 23 yılda, 25 yılda AK Parti yok ama önümüzdeki seçimlerden sonra Türkiye'yi bu cendereden çıkaracak bir Cumhuriyet hükümetini kurmaya talibiz. Onun için ne yapacağımızı anlatmak durumundayız.
Biz iktidarımızda (ki bunları geçen sene 4-9 Eylül tarihlerinde tüzüğümüzü değiştirmiştik ve bir start vermiştik), "Bir yıl içinde programımızı da yenileyeceğiz ve bu bir iktidar programı olacak" demiştik. Verdiğimiz sözü tüm zorluklara rağmen tuttuk.
81 ilde bir başta bir sonda İl Danışma Kurullarıyla,
923 ilçede İlçe Danışma Kurullarıyla,
Bütün meslek örgütleriyle, sivil toplum kuruluşlarıyla, akademiyle yapılan karşılıklı ziyaretlerle, 600 örgüt temsilcisi, 600 akademisyen, 250 Türkiye'deki gençliği temsil eden temsilcilerle bir yıl boyunca program çalıştık.
Bu sene 4-9 Eylül'de detaylarını çalıştık. Önümüzdeki kurultayımızda da oylanarak resmiyet kazanacak. Şu anda artık hem son yazımlarının yapılacağı hem de kurultayımızda önergeler dışında bir değişiklik, yani önerge işlemlerine tabi tutulacağı halde. O programa baktığınızda neler göreceksiniz? Birkaç tane oradan önem verdiğim başlıktan bahsedeceğim ama çok daha kapsamlısını Cumhuriyet Halk Partisinin programında göreceksiniz. Ümit ediyorum, kopya çekerler.
Geçtiğimiz günlerde şöyle bir şey oldu: Biz programımıza barınma sorununu aşmak için kiralık sosyal konutu yazdık. Dünyadaki sosyal demokratların en başarılı uyguladıkları işlerden biri. A apar topar kiralık sosyal konut projesi gelince, bizim arkadaşlar dedi ki: "Erken söyledik, çaldırdık".
Dedim ki: "Çaldırmış olmuyorsun ki. Çalındığında bir şey hırsızın işine yarar. Milletin işine yarayan bir şeyi çalıyorlarsa, ben buna hırsızlık demem, iyi örnek almışlar derim, memnun olmuş olurum. Nasılsa bir yıl sonra, bir buçuk yıl sonra gelip de kiralık sosyal konutların temelini biz atacaktık. Bunlar bir takım eksiklikleri, bir takım hatalarına rağmen bu projeleriyle kiralık sosyal konutun adımlarını atsınlar, anahtarlarını da biz teslim ederiz" diye düşünüyorum.
Ümit ediyoruz. Bunları da alsınlar, aynıyla yapsınlar da görelim. Bir kez biraz önce söyledim, herkes gelirken "YÖK'ü kaldıracağız, YÖK'ü kaldıracağız" dedi, kimse kaldırmadı. O yüzden biz YÖK'ü kaldıracağız demiyoruz. YÖK'ü kaldıracağız dersek yalan, kaldıramayız. Biz YÖK'ü yok etmeye geliyoruz arkadaşlar. YÖK'ü yok edeceğiz. Çünkü bir şeyi kaldırınca başka bir yere kondurmak lazım. Orada da bir takım mahsurlar var. YÖK'ü yok edip, akademinin özerkliğinin ve özgürlüğünün önündeki bütün engelleri kaldıracağız. Nitelikli, özerk, demokratik ve yaşanabilir üniversitenin her gencin hakkı olduğuna inanıyoruz. Bunun için çalışıyoruz.
Rektörlerin liyakatli, şeffaflığı esas alan kriterlerle başvurmasını; yani rektör adayının başvuracağı zaman hangi kriterleri yerine getirmesi gerektiği, hangi liyakat sisteminin içinden bir şeyleri ispat etmiş olarak gelmesinin şeffaf ölçütlerini görmek istiyoruz. Sonra, sonrasında o adaylar içinden sandık kurulacak. Kim oy kullanacak? Belli katsayılarla üniversitenin akademisyenleri oy kullanacak. Üniversitenin öğrencileri ve emekçileri oy kullanacak. Üniversite ile bağını koparmamış mezunlar oy kullanacak. Rektör adayı olmaya layık adaylar içinden bir sandıkla kim seçilirse o seçilecek, Cumhurbaşkanı sadece ve sadece onu atayabilecek arkadaşlar.
Eğitimi, öğretimi, eleştirel düşünceyi, üretkenliği, inovasyonu teşvik eden, disiplinler arası yaklaşıma sahip, dijital ve yapay zekâ teknolojileriyle desteklenen şekilde yepyeni bir eğitim öğretim tasarımı hazırladık, onu hepinizin takdirlerine sunacağız. Akademisyenlerin akademik özgürlüğe, akademik etiğe ve liyakate sahip olacakları bir çalışma ortamı ve özlük koşulları oluşturacağız.
Bugün TÜİK'e göre her 3 üniversite mezunu gençten 1 tanesi işsiz. Eurostat raporu yayınlandı 2024, hocalarım biliyor, ilgili arkadaşlarımız takip ediyor. İnanılmaz bir veri var. 33 ülkeye bakıyorlar. Bu 33 ülkeden sadece Türkiye'de üniversite mezunlarının işsizlik oranı, genel işsizlik oranından fazla. Yanlış duymadınız. Bir tek bu ülkede okursan işsiz kalıyorsun. Millet iş bulmak için okuyor, meslek sahibi oluyor. Bu ülkede okuyan, okumayandan daha az işsiz.
Sanayiye gidiyorsun, diyorsun ki eleman, eleman ihtiyacı çok. "Bize mühendis lazım değil, ara eleman lazım, aranan eleman lazım." Bir mühendis lazım, 10 tekniker lazım. Mühendisi sürüsüne bereket, aradığımız eleman yok. Niye yok? Doğru zamanda, doğru yerde, doğru yönlendirme yapılmadığı için yok. Doğru eğitim tasarımı yapılmadığı için yok. Üniversiteyle sanayinin doğru teması olmadığı için yok. Devlet Planlama Teşkilatı kaldırıldığı, yerine kurulan, görevlendirilen yapılar bile kaldırıldığı, yok sayıldığı için yok. Ülkenin geleceği için ülkenin iktidarının bir tasarımı yok. Öyle olunca da böyle sorunlarla karşılaşıyoruz, utanç verici şeylerle.
18 yaşında doğru alana yönlendirilirse 22 yaşında, 23 yaşında mesleğinin sahibi, güvenceli çalışan birisi olabilecekler. Aynı alanda yanlış yönlendirmeyle asla iş bulamayacakları, atanamayacakları duruma geliyorlar. Bu ülkede rahmetli Ecevit'e - dün Allah gani gani rahmet eylesin, ölüm yıl dönümüydü, mezarı başındaydık. Sayın hocamız siyasete de kazandıran kişidir Bülent Ecevit'in zamanında 65.000 öğretmen atanamamıştı. Tayyip Erdoğan, "Niye atamıyorsun be adam? Madem atamayacaksın ne okuttun?" diyordu. Bugün 1.035.000 öğretmen mezun edilmiş ve atanmamış durumda.
Öyle bir noktadayız ki, öyle bir noktadayız ki artık işin içinden nasıl çıkılacak? Bu, bu yönetim anlayışıyla asla çıkılmayacak. O yüzden bambaşka bir bakış açısına, bambaşka bir yola, bir yöne ihtiyaç var.
129 devlet üniversitemiz var. Üniversitelere ayrılan ödeneğin toplamı, faize ayrılanın dörtte biri. Böyle bir ödenekle üniversitede ne bilim olur, ne eğitim olur, ne temizlik olur, ne özerklik, hiçbir şey olmaz. Bu yüzden bunun mutlaka artırılması lazım.
Örneğin, örgün eğitimde olan 4 milyon üniversitelimiz var. Ama Devlet yurdumuz 1 milyon. Toplam üniversitelinin yüzde 15'ine, ancak açık öğretimi de bunun içine alalım, örgün eğitimde olanların yüzde 25'ine yurt sağlayabilir durumdayız sadece. 4 öğrenciden üçünün babasının, annesinin ekonomik durumu yerinde değilse, barınma sorunu var.
Peki, her şeyi yapmakla övünenler, ki hiçbirinin finansmanını gerçekten olması gerektiği yerde, olması gerektiği gibi yapmadıkları için havaalanı yapıp yolcu garantisi veren, uçmayan uçaklara para ödeyenler, geçiş garantili köprüleri yaptıranlar, otoyollar yaptıranlar, TOKİ'ye pahalı pahalı konut yaptıranlar, aklına niye gelmemiş de yurt yaptırmamışlar? Çok net: Politik bir tercih.
Eskişehir Gar'ında öğrenci inince ya da Otogar'ında onu birtakım cemaatlerin, tarikatların masaları karşılasın, barınma sorunundan kendisine gelecek için mürit devşirme imkanını yakalasınlar diye birileri bu alanı boş bırakıyor arkadaşlar, bu alanı boş bırakıyor.
Biz gelecek seçimlerde bir Cumhuriyet Halk Partili'yi yürütmenin başına getireceğiz. O Cumhuriyet Halk Partili ilk telefonunu TOKİ'nin başkanına açacak. Diyecek ki: "İlk talimatımdır. 1 yıl süreniz var, Cumhuriyet yurtlarını inşa edin. Her üniversite öğrencisine yetecek yurt olsun!"
Üniversite öğrencisi, yine Erdoğan'dan konuşacağız. Hiç gözünün yaşına bakmadan hatırlatacağız. Yaşına hürmetim var. Onun yoktu kimsenin yaşına hürmeti. Erdoğan kendi benim yaşımdaydı. Rahmetli Erbakan onun yaşındaydı. "Yaş 70, iş bitmiş" diyordu kendini yetiştiren hocaya. Oysa bizi yetiştiren hocaya kim diyebilir "yaş 70, iş bitmiş?" Ama ya da rahmetli Ecevit'e "Ölünce mi bırakacaksın be adam? Bırak biraz da gençler yönetsin" diyordu. O Ecevit'in o kadar hakkını yedi, o kadar ahını aldı ki, fitil fitil burnundan çıkıyor.
Ne olmuştu? Deprem olmuştu. Deprem İstanbul, İzmit, Yalova, hepimizi, Gebze'yi hepimizi perişan etti. Depremden 3 gün sonra, daha depremin 3. günü çadır bekleyenler var, "Hükümet istifa" diyordu. Depremin, geçen 2023'te 6 Şubat'ta, depremin 33. gününde çadır bekleyenler vardı. Kızılay depremin 3. gününde çadır dağıtmak yerine çadır satmıştı. 33. gün, 3 günde çadır veremeyen başbakan istifa etsin diyen 33. gün bu sorunları duymazdan geliyor.
Şimdi de dediği lafa bakın: "Biz geldiğimizde Ecevit'in verdiği burs 45 liracıktı. Biz onu şimdi 3.000 lira yaptık" diyor. Gençler, bana en çok kızdığı şey: Çıkmış bütün Türkiye'yi geziyor, sarraf sarraf (kuyumcu diyor) dolaşıyor, altın hesabı yapıyor diyor. Bir altın hesabı da sizin için yaptım. Karşıdaki en yakındaki kuyumcuya gidin, yapın.
45 liracık Ecevit'in son verdiği, yani Ekim 2002'de 45 liracık üniversite bursu, 30 liracık olan çeyrek altından 1 buçuk tane alıyormuş. Bugün çeyrek altın 11.000 lira. Ecevit'in verdiği 1 buçuk çeyrek altını versen, üniversite bursunun 16.500 lira olması lazım. 3.000 lira yaptım diye övünüyor.
Cumhuriyet Halk Partisi'nin programında kademeli olarak 1 buçuk çeyrek altın hedeftir. Ancak iktidara geldikten 1 yıl sonra öğrenci bursları bugünkü parayla, bugünkü kurla 11.500 liraya, yani 1 çeyrek altın düzeyine çıkarılacak. Sonra kademeli olarak 1 buçuk çeyrek altın hedefine ulaşılacaktır.
Bizim gençliğimizde Devlet Tiyatrolarından giderdik. Bizi yormayacak bilet ücretleriyle, öğrenci bilet ücretleriyle oyun izlerdik. Geçen yıla kadar da bilet fiyatları uygundu ve salon açısından tek fiyat vardı. Ama şimdi Erdoğan'ın atadığı genel müdür bir kast sistemi getirmiş tiyatrolarda. Biletler önde pahalı, arkada ucuz. Ve 115 lira olan bileti 450 liraya çıkarmışlar. %290, bire 3 arttırmışlar. Şimdi geçen sene 115 liraya en önden izlediğin oyunu şimdi 490 lira verirsen arka sıralardan izleyebiliyorsun. Üniversite öğrencilerinin tiyatro ki Eskişehir'de ne kadar önemli olduğunu, ne kadar değer verdiğinizi biliyorum bu noktaya gelmiş durumda.
77. öğrenci yurdu geçen hafta Şişli'de açtım. İstanbul'daki yurt sayısı sıfırdı, 16'ya çıkardık. Türkiye'de de yurt sayımızı 77'ye çıkardık. Bu dönemin sonunda hedefimiz 100'dür, ama biraz önce söylediğim gibi iktidarımızda belediyelerin yurt yapmasına dahi ihtiyaç kalmayacak. Devlet, Kredi Yurtlar Kurumu ihtiyacı olan her öğrenciye bu yurdu sağlayacaktır.
Nitelikli eğitimi sınıfsal bir imkan, bir ayrım olmaktan en kısa sürede çıkaracağız. Gençlerin nitelikli eğitim aldığı, ekonomik güvenceye sahip olabildiği, barınma imkanlarına erişebildiği bir üniversite ortamını hep birlikte oluşturacağız.
Buradan salondaki genç arkadaşlarımıza şunu söylemek isterim: Sizi, hangi siyasi partide olursa olsun siyasete davet ediyorum. Çünkü siyaset, kendi dışında olan, sözünü içeriden kurmayan, mekanizmalarına etki etmeyenlerin sesini duymuyor.
Biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak şimdi kendisini anmak isterim Türkiye'de ilk gençlik kotasını önceki genel başkanlarımızdan Murat Karayalçın hayata geçirmiştir. Partimizle birleşen SHP'nin tüzüğünde yüzde 20 gençlik kotası koymuştur.
Burada Gençlik Kolları Genel Başkanım Cem Aydın var, gençlik politikalarından sorumlu gölge bakanımız, Gençlik ve Spor Bakanımız Sevgili Kılıç var. Arkadaşlarımız Cumhuriyet Halk Partisi'nin gençlerle ilgili bütün süreçlerinde çok güçlü bir Gençlik Kolları ile üye sayımız 2 milyona ulaştı. Son 7 ayda 600 binden fazla üye kazandık. Bunların çok önemli bir kısmı, yarıdan fazlası genç ve kadın üyelerden oluşuyor.
Parti zaten gençlere önem veren bir parti. Bülent Ecevit 32 yaşında partide milletvekili olmuş, 36 yaşında bakan olmuş, 47 yaşında genel başkan olmuş birisi. Ahmet Taner Kışlalı'dan tutun Deniz Baykal'a, Önder Sav'a... Ama maalesef 1970'lerin 30'lu yaşlarındaki gençleri, yerlerini 1990'larda, 2000'lerde 30'lu, 20'li yaşlarda gençlere bırakamadıkları için, hem 12 Eylül'ün örgütlenmeyi ortadan kaldıran, siyaseti uzaklaşan, gençlerin istemediği, ailelerinin "uzak durun" dediği bir yere getirdiği için bu hale geldi.
Biz şimdi, seçildiğinde geçen 2 yıl önce 42 yaşında olan bir PM ile partiyi yönetiyoruz. MYK'mızın yaş ortalaması 44'tür. Partimizde gençlik kotası kademeli olarak yüzde 30'a, 30'a mı geldi Cem? 25'e, 25'e kadar arttırılmıştır.
Cumhuriyet Halk Partisi'nde geçmişteki bazı tüzük uygulamalarında, örneğin gençlik kotasını uygula, kadın kotasını uygula... Üç kişiden biri kadın olacak, beş kişiden biri genç olacak (ya da dört kişiden biri genç olacak şimdiki uygulamayla, o zaman beş kişiden biri). 20 kişilik listenin son beşine yazarlardı bunları ve seçilmeyecek yerden kota doldurulurdu. Pencere uygulaması getirdik. Her ilk üçten biri kadın, ikinci üçten biri kadın, ilk beşten biri genç, ikinci beşten, üçüncü beşten biri genç. Bu sayede belediye meclislerimiz gençleşti, parti meclisimiz zaten gençleşti.
Göreceksiniz, gelecek dönem Cumhuriyet Halk Partisi ümit ediyorum 300'ün üzerinde bir milletvekiliyle temsil edilecek parlamentoda. O parlamentonun koltukları gençlere açıktır, gençleri beklemektedir Cumhuriyet Halk Partisi'nin sıraları. Bakanlık koltukları gençleri beklemektedir. Cumhuriyet Halk Partisi gençlerin partisi olarak gençler için hayal kuran bir partidir.
Devlet Bahçeli Bey'le benim aramda bir fark var. O da beka sorunlarını tarif ediyor, ben de beka sorununu tarif ediyorum. Devlet Bey'in tarif ettiği beka sorununda, "Dünyanın güçlü ülkelerinin Türkiye'de gözü var, bu beka sorunudur" diyor. Evet, bu varsa beka sorunudur. Yüz yıl önce denediler. O beka sorunu nasıl bertaraf edildi bütün dünya bunu bilir. İhtiyaç olursa gözümüzü kırpmayacağımızı da bilir.
Ama ben başka bir beka sorunu görüyorum. Anketlere bakıyorum, her dört gençten bir tanesi Türkiye'de kalmayı, üç tanesi fırsatını bulursa dünyanın gelişmiş ülkelerine gitmeyi hayal ediyor. Dünyanın gelişmiş ülkelerinin Türkiye'de hayal kurması beka sorunu değildir. Türkiye'nin gençlerinin o ülkelerde hayal kurması beka sorunudur. Bunu ortadan kaldıracağız.
Seçim akşamı demiştim. Valizleri zihinlerinde toplamış gençler ki en kötüsü bu. Valiz toplamanın iki evresi var arkadaşlar yapılan çalışmalarda. İlk ve uzun evresi 2,5-3 yıl sürüyor. Valizin zihinde toplanması, kopuş fikri. Ama o fikir yerleşince valizi yatağın üstüne atıp içini doldurmak 15 dakika.
O yüzden zihinlerinde valizleri toplayıp gençlerin bir seçim daha kalmaya karar verdiklerini söylemiştim. O gençlere diyorum ki: Biliyorum zor, katlanmak zor ama sandık da geliyor. Lütfen 31 Mart gecesi kalmakla ilgili verdiğiniz karardan vazgeçmeyin.
Bu sabah kalktık, gazeteci arkadaşlarımız, dünya kadar gazeteci yine gözaltına alınmış. Her sabah bir korkuya gark etmeye çalışıyorlar. Ama taktik bu. Umudu örgütleyemeyenler, sevgiyi büyütemeyenler korkuyu örgütlemeyi, tehdidi büyütmeyi kendilerine yol seçmişler. Böyle kalabileceklerini düşünüyorlar iktidarda. Oysa ki karanlığın panzehiri yanan bir tek ışıktır. Günün en karanlık zamanı, sabahın en yakın olduğu zamandır. Hiçbir zaman sonunda kötüler kazanmaz, kötüler kaybeder iyiler kazanır. Gece kazanmaz, güneş doğar gündüz kazanır. Karanlık yerine aydınlık kazanır. Hurafe yerine bilim kazanır. Tembel'e karşı çalışkan kazanır. Korkak'a karşı cesur olanlar kazanır. Ben hepinize inanıyorum ve güveniyorum.
Bu darbe kurumunun, bu darbe kurumunun kuruluşunun 44. yılında, inşallah YÖK'ün yok oluşunun, YÖK'ün defin töreninde de iktidarımızda bir 6 Kasım'da Eskişehir'de buluşmak üzere hepinizi saygıyla selamlıyorum.”