ESKİŞEHİR HABER

Ali Babacan Eskişehir'de konuştu; "Bu mesele diplomasiyle çözülür"

Ali Babacan, İsrail-İran gerilimini değerlendirdi. “Nükleer kriz sadece diplomasiyle çözülür” diyen Babacan, Türkiye için ekonomik ve güvenlik risklerine dikkat çekti.

Abone Ol

Eskişehir’de DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan şu ifadeleri kullandı;

“İran-İsrail meselesine gelince, öncelikle şunu açıkça söylemek gerekir ki, nükleer teknolojiye sahip olmak ve bunu barışçıl amaçlarla kullanmak, egemen her ülkenin hakkıdır. Ancak bu teknolojinin nükleer silaha dönüşmemesi ayrı ve çok daha tehlikeli bir mesele.

Şu anda İran’a dair, uluslararası toplumun ve bazı bölge ülkelerinin temel kaygısı, bu teknolojinin bir noktada silaha dönüşüp dönüşmeyeceği. Son birkaç yılda bölgedeki gelişmelere baktığımızda, özellikle İran’ın desteklediği bazı unsurların, örneğin Lübnan’daki Hizbullah’ın etkisinin zayıflamış olması, İran’ın destek verdiği Suriye’deki Esad rejiminin gücünü kaybetmesi ve Şam’da yeni bir yönetimin konuşulması, yine son bir yıl içinde İsrail’in İran’a yönelik gerçekleştirdiği saldırılar İran’ın savunma sisteminde ciddi zaafiyetler ortaya çıkardı.

Tüm bu gelişmeler, İran’ın bölgesel anlamda zayıfladığı bir tabloyu ortaya koyuyor. İsrail de bu zayıf dönemi bir fırsat olarak gördü ve İran’ın nükleer programı başta olmak üzere ekonomik kapasitesini daha da zayıflatacak bir saldırı süreci başlattı.
Biz bu noktada çok netiz: Mesele nükleer ise, bu ancak diplasiyle çözülebilir. Nükleer silahlar ya da nükleer teknolojiyle ilgili sorunların başka bir yolla çözülmesi mümkün değildir. Tarafsız gözlemcilerin de yer aldığı, bağımsız bir müzakere masasının yeniden kurulması şarttır.

Geçmişte, bu masa yalnızca Amerika ve İran’dan oluşuyordu. Ama artık bu ikilinin baş başa bir masa kurması mümkün değil. Bu kadar saldırıdan sonra "gel müzakere edelim" demek, bir anlamda "diz çök" demektir. İran’ın tekrar müzakere masasına çekilmesinin yolu, birkaç tarafsız ülkenin daha bu masada yer almasıdır. Amerika da, İsrail de bu masada olmalı. Ancak bu mesele diplomasiyle çözülür.

Şu anki İsrail hükümeti, tarihindeki en agresif, en ideolojik, en pervasız ve en radikal hükümettir. Ne uluslararası hukuku tanıyorlar, ne insani değerleri. Kendi inanç sistemleri çerçevesinde her türlü vahşeti gerçekleştirmeye hazır bir yönetimden bahsediyoruz. Uluslararası toplum, ancak topyekûn ve kararlı bir duruşla İsrail'e "dur" diyebilir.
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi işte bunun için var. İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra, bir daha milyonlarca insan hayatını kaybetmesin diye kuruldu. Fakat mesele İsrail olduğunda ve özellikle Gazze söz konusu olduğunda, Amerika’nın vetosu nedeniyle Güvenlik Konseyi işlemiyor. Oysa Amerika vetosunu çekse, Konsey derhal devreye girer. Konsey’in askerî yaptırım yetkisi var, barış gücü kurma hakkı var. Ama bunların hiçbiri şu anda işletilemiyor.

Dolayısıyla acil olarak yapılması gereken, uluslararası toplumun güçlü ve ortak bir duruşla ateşkes çağrısı yapmasıdır. Önce silahlar sussun. Sonra, sadece Amerika ve İran’ın değil, daha geniş kapsamlı bir müzakere masası kurularak bu mesele çözülmelidir.

Şimdi, diyelim ki bu müzakere masası kurulamadı. Bu durumda savaş, İsrail ile İran arasında mı kalır, yoksa bölgesel bir savaşa mı dönüşür? İşin en kritik sorusu bu.

Eğer Amerika Birleşik Devletleri doğrudan savaşa dahil olursa, yani bizzat İran'a askeri müdahalede bulunursa, o zaman İran da Amerika'nın bölgedeki askeri varlığına başta Körfez ülkeleri olmak üzere pek çok ülkeye saldırı düzenleyebilir. İşte o zaman bu mesele bölgesel bir savaş niteliği kazanır. Allah korusun, çok daha kötü senaryoların önünü açar. O aşamaya gelmeden bu savaşı durdurmak şart.

Bu noktada, Amerika yönetiminin de aklını başına alması, yangına benzin döken aktörlerden uzak durması gerekiyor.
Türkiye'nin doğrudan savaşa girme ihtimali nedir derseniz, kısa ve orta vadede bu olasılığı düşük görüyorum. Elbette bu, Türkiye'yi yönetenlerin nasıl bir pozisyon alacağına bağlı. Ama uzun vadede, eğer bu ideolojik kafa yapısı bölgede yayılmaya devam ederse ve savaşın alanı genişlerse, Türkiye açısından da bir güvenlik riski doğabilir.
Gelelim ekonomik etkilere.

İlk karşılıklı saldırılar başladığında füze ve İHA operasyonlarıyla birlikte petrol fiyatlarında %12-13 oranında bir artış yaşandı. 66 dolar civarında seyreden ham petrol, 73-74 dolarlara çıktı. Eğer Hürmüz Boğazı kapanırsa, bu artış çok daha sert olur. Petrol fiyatları hızla yükselebilir. Savaş bölgesel bir hal alırsa, fiyatlar daha da fırlar.

Bu durumda, Türkiye'nin ekonomik olarak en çok etkileneceği alan enerji fiyatları olur. Çünkü Türkiye enerjide dışa bağımlı bir ülke. Döviz açığı olan, cari açığı yüksek bir ülkeyiz. Dolayısıyla petrol fiyatlarındaki artış, hem cari açığımızı hem de enflasyonu doğrudan artırır.

Bunun dışında bir de psikolojik etkiler vardır. Savaş ortamı, belirsizlik yaratır. Ekonomik beklentiler bozulur, önünü göremeyen yatırımcı geri çekilir. Bunların etkisi de hafife alınamaz.

Tüm bu risklerin dikkatle yönetilmesi gerekiyor. Ülkeyi yönetenlerin aklıselimle, Türkiye’yi önceleyen, istikrarı ve barışı temel alan bir tutum takınması şart. Türkiye’nin bu savaştan ekonomik ve güvenlik açısından en az etkilenmesi için gerekli tüm diplomatik, askeri ve ekonomik tedbirler alınmalı.

Bu arada şunu da söylemek isterim: Sayın Erdoğan’ın son iki gündür yürüttüğü yoğun telefon trafiği yerindedir. Farklı muhataplara, farklı mesajlar verilmiş olması da doğrudur. Ancak bu diplomatik trafiğin devam etmesi gerekir. Bu çabaların Dışişleri Bakanı’nın bölge ziyaretleriyle desteklenmesi gerekir. Yani Cumhurbaşkanı arar ama Bakan da gider, mesajları yüz yüze iletir. Ben bunu dışişleri bakanlığı dönemimde defalarca yaptım.

Hatırlayın: Rusya-Gürcistan Savaşı, Orta Doğu’daki pek çok kriz döneminde yüz yüze diplomasi yürüttük. Aynı zamanda istihbarat birimlerinin de kendi aralarında arka kapı diplomasisini güçlü biçimde yürütmesi gerekir. Türkiye’nin bu süreçteki önceliği, her zaman barış olmalıdır.”