Eskiden adalet denilince akla hemen mahkeme salonları, uzun duruşma günleri, dosyalar ve bekleyişler gelirdi. Oysa artık tablo biraz değişiyor.

Türkiye’de “arabuluculuk” denen yeni bir çözüm yolu, hem tarafları hem de yargı sistemini rahatlatan bir nefes gibi öne çıkıyor.

Bugün bir ticari anlaşmazlık, bir ortaklığın giderilmesi davaları, bir kira tartışması ya da bir işçi-işveren çekişmesi illa mahkeme kapısına dayanmak zorunda değil. Arabuluculukla taraflar, bir masa etrafında oturup konuşarak, kendi çözümlerini bulabiliyor. Bu yöntemde kimse kaybetmiyor; aksine herkes biraz kazanıyor. En önemlisi, ilişkiler kopmadan, dostane biçimde sonuca ulaşılabiliyor.

Arabuluculuk sadece bir “yöntem” değil, aynı zamanda yeni bir hukuk kültürü. Çünkü burada kazanan ya da kaybeden yok; dinleyen, anlayan ve uzlaşan insanlar var. Dava öncesi arabuluculuk uygulaması sayesinde, yargının üzerindeki yük azalırken toplumda “konuşarak çözme” anlayışı da yerleşiyor. Artık insanlar bir sorun yaşadığında önce bir arabulucuya gitmeyi düşünüyor, bu da toplumsal olgunluğun işareti.

Elbette arabuluculuk her meselede mucize yaratmıyor. Ama birçok durumda mahkemeye gitmeden, uzun yıllar sürebilecek bir davayı birkaç görüşmede bitirmek mümkün. Bu da zaman, para ve enerji tasarrufu anlamına geliyor.

Kısacası arabuluculuk, Türkiye’de sadece bir uygulama değil, adaletin daha insani bir biçimde tecelli etmesi için gelişen bir kültür haline geliyor. Belki de sormamız gereken şu: Gerçek adalet, bazen sadece bir mahkeme kararında mı gizlidir, yoksa insanların kendi çözümlerini bulmasında mı?