Şap hastalığı Türkiye genelinde hızla yayıldı. Bakanlık “kontrol altına alındı” dese de üreticiler bunun tam tersini anlatıyor.
Türkiye yeniden şap hastalığını konuşuyor. Bu hastalık aslında yeni değil. Mayıs-Haziran aylarında gündeme gelmiş, o dönemde hem Tarım ve Orman Bakanlığı hem de üretici örgütleri uyarılar yapmıştı. Hastalık Hakkâri’den başlayıp kısa sürede ülkenin dört bir yanına yayılmıştı. Şimdi ise en büyük tehlike, Trakya gibi uzun yıllardır hastalıktan ari kabul edilen bölgelerde bile şap vakalarının görülmesi. Bu durum sadece bir sağlık krizini değil, yönetim zafiyetini de ortaya koyuyor.
26 Şubat 2024’te Tarım ve Orman Bakanı İbrahim Yumaklı, Ankara’da “Hayvancılığın 5 Yıllık Yol Haritası”nı açıklamıştı. Yol haritasında iki hedef vardı: hayvan sağlığının korunması ve hayvansal üretimde planlı döneme geçilmesi. Aradan geçen sürede tablo tam tersine döndü. Hayvan sağlığı korunamadı, üretim planlaması işlemedi, fiyatlar yükseldi. Üretici de tüketici de memnun değil.
Bakan Yumaklı, Kurban Bayramı öncesinde “Hastalık yüzde 85 oranında azaldı, herkes rahatça kurban alabilir” açıklamasını yapmıştı. Ancak bakanlığın Gıda ve Kontrol Genel Müdürlüğü kısa süre sonra “Kurban dönemindeki hayvan hareketliliği hastalığı artırdı” dedi. Bu durum yönetimde ciddi bir koordinasyon eksikliğini gösteriyor.
Bakanlık hastalığa karşı önlem aldığını, kontrol noktaları kurduğunu duyurmuştu. Ancak hastalık Hakkâri’den çıkıp Trakya’ya kadar ulaştıysa, bu noktaların ya işe yaramadığı ya da hiç çalışmadığı açık. Aşılamada gecikme yaşandı, serbest veteriner hekimlerin sürece dâhil edilmemesi de büyük bir hata oldu. Sahada çalışan birçok veteriner, “Biz dâhil edilseydik bu kadar yayılmazdı” diyor.
Bakanlığın yaklaşımı ise hastalıkla mücadeleden çok hayvan pazarlarına odaklandı. İbrahim Yumaklı gittiği her ilde “Şu kadar hayvan pazarı açtık” diyerek konuşmalar yaptı. Oysa hastalık döneminde yapılması gereken tam tersiydi. Veteriner Hekim Tahir Yavuz’un yıllardır söylediği gibi, “Şap hastalığı duyulur duyulmaz işletmelerin içe kapanması, hayvan hareketlerinin durması gerekir.” Ama öyle olmadı. Hayvan ticareti devam etti, pazarlar açıldı, hastalık yayıldı.
Şap hastalığı çok kolay bulaşan bir virüs. İnsanlardan, araçlardan, hatta tekerlekten bile işletmelere girebiliyor. Bu nedenle risk yönetimi büyük önem taşıyor. Fakat Türkiye’de genellikle kriz yönetimi yapılıyor, risk yönetimi değil. Yani hastalık çıkınca önlem alınıyor, oysa yapılması gereken tam tersi.
Eski Tarım Bakanı Mehdi Eker’in kurduğu Tarımsal Strateji ve Politika Geliştirme Merkezi (TARPOL) aylar önce uyarı yapmıştı. “Önlem alınmazsa ciddi ekonomik kayıp olur” demişti. O zaman bu uyarılar dikkate alınmadı. Bugün ise et ve süt üretiminde büyük kayıp yaşanıyor, üretici zarar ediyor, tüketici yüksek fiyatlarla karşılaşıyor.
Bakanlık, “Aşılama oranı yüzde 92’ye ulaştı, salgın kontrol altına alındı” açıklamasını yaptı. Ancak üreticiler sahadan farklı bir tablo anlatıyor. “Şaptan kırılıyoruz” diyen üreticiler, hayvanlarının ya verim kaybına uğradığını ya da kesime gittiğini söylüyor. Yani Ankara’dan kontrol altına alınmış gibi görünen tablo, sahada tam tersi.
Tüketiciler de endişeli. “Et veya süt tüketmek tehlikeli mi?” diye sorular artıyor. Uzmanlar hastalığın insana doğrudan geçmediğini belirtiyor. Ancak şapla mücadelede kullanılan antibiyotiklerin kalıntıları konusunda dikkatli olunması gerektiği vurgulanıyor. Çünkü aşırı antibiyotik kullanımı, et ve süt ürünleri üzerinden insan sağlığına dolaylı yoldan zarar verebilir.
Şap hastalığı sadece bir veterinerlik meselesi değil; yönetim, planlama ve ciddiyet meselesi. Bakanlık yıllardır hastalığın kaynağını değil sonucunu yönetiyor. Hastalık çıktıktan sonra önlem almak yerine, sınır bölgelerinde kontrolü sıklaştırmak, riskli hayvan hareketlerini izlemek, aşı stoğunu zamanında oluşturmak gerekiyor. Şap Enstitüsü’nün kapasitesi güçlendirilmeli, yerli aşı üretimi hızlandırılmalı. Serbest veteriner hekimlerle kamu arasında işbirliği kurulmalı. Aksi halde her yıl aynı tabloyu yeniden yaşarız.
Bakanlığın yapması gereken ilk şey, sınır güvenliğini hayvancılık açısından da ele almak. Hastalığın İran, Irak ve Suriye üzerinden giriş yaptığı biliniyor. Bu nedenle sınır karantina istasyonları kurulmalı, hayvan giriş çıkışı sıkı şekilde denetlenmeli. İkinci olarak, hayvan hareketlerinin izlenmesi için dijital takip sistemi kurulmalı. Hangi hayvan nereden nereye gidiyor, kimle temas ediyor, bu sistem üzerinden izlenmeli. Üçüncü olarak, hastalığın çıktığı bölgelerde üreticiye ekonomik destek sağlanmalı. Çünkü hasta hayvanın sahibi zarar gördükçe hastalığı gizliyor, bildirmiyor.
Ayrıca iletişim dili de değişmeli. Bakanlığın “her şey kontrol altında” demesi yerine, “şu kadar ilde şu kadar vaka var, şu kadar aşı yapıldı, şu tedbirler alındı” gibi şeffaf bir bilgilendirme yapması güveni artırır.
Bugün Türkiye’de hem üretici hem tüketici aynı cümleyi kuruyor: “Artık bu işin düzelmesini istiyoruz.” Et pahalı, süt pahalı, yem pahalı ama alınan önlemler hâlâ yüzeysel. Şap hastalığı bize bir kez daha gösterdi ki, risk yönetimi olmadan kriz yönetimi sadece günü kurtarır.
Hayvancılıkta güven, istikrar ve ciddiyet yeniden sağlanmadıkça, her yıl başka bir hastalıkla aynı sahneyi izlemeye devam ederiz. Şap hastalığını kontrol altına almak sadece virüsü değil, yönetim anlayışını da değiştirmekle mümkün. Çünkü bir ülke, hayvanını koruyamıyorsa, üreticisini de koruyamaz.