Bazen kendime şunu soruyorum. Ne zaman oldu da saate bile telefondan bakar hâle geldik? Sanki zamanın akışını bile ekranlarımızdan öğrenir olduk.

Sabah uyandığımızda gözümüzü tam açmadan telefonun ışığıyla karşılaşmak artık sıradan bir alışkanlık değil, günün ritmini belirleyen bir başlangıç hâline geldi. Teknoloji sessizce değil, oldukça güçlü bir şekilde evlerimizin, ilişkilerimizin ve zihnimizin içine yerleşti.

Çocukların teknolojiyle ilişkisi ise ayrı bir hassasiyet gerektiriyor. Onlar için ekranlar büyülü bir dünyanın kapısı gibi. Renkler, sesler, hareket eden karakterler… Hepsi merak duygusunu besliyor, öğrenme süreçlerini destekliyor ve bazen yaratıcı yanlarını ortaya çıkarıyor. Ama aynı ekranlar, sınırlar kaybolduğunda onları gerçek dünyadan uzaklaştırabiliyor. Bir çocuğun saatlerce tablete gömülüp ailesinin sesini duymaması, aslında bağ kurma ihtiyacının yerini dijital bir oyuna bıraktığını gösteriyor. Bu da ebeveynlerde “Acaba göz göze geçirdiğimiz zamanlar teknolojiye yeniliyor mu?” endişesini doğuruyor.

Aile içinde teknoloji, hem kolaylaştırıcı hem de zorlaştırıcı olabiliyor. Birlikte geçirilen zamanın içine ekranlar girdiğinde, sohbetler azalıyor, duygusal paylaşımlar sessizleşiyor. Eşler yan yana oturuyor ama aynı dünyayı paylaşmıyor. Kimisi sosyal medyada dolaşıyor, kimisi haber akışına takılıyor, kimisi de oyunlara… Ortak bir dil, ortak bir gülüş aradan kayıp gidiyor. Bu görünmez uzaklık zamanla ilişkilerde derin çatlaklar yaratabiliyor. Hatta bazı boşanmaların ardındaki nedenlerden biri de artık iletişimde fiziksel değil, dijital mesafe oluşması.

Sosyal hayatımızda teknoloji hem bir köprü hem de bir duvar. Uzaklardaki sevdiklerimize ulaşmayı kolaylaştırıyor ama yanımızdaki insanlarla aramıza soğuk bir mesafe koyabiliyor. Bir kafede herkesin başını telefona eğdiğini görmek artık şaşırtıcı değil. Sanki birlikte değilmişiz gibi, herkes kendi küçük ekran evreninde yaşıyor.

Peki tüm bunların psikolojik etkileri neler? Yoğun ekran kullanımı dikkat süresini kısaltıyor, odaklanmayı zorlaştırıyor, kaygıyı artırıyor ve özellikle gençlerde yetersizlik duygusunu tetikleyebiliyor. Uyku düzeni bozuluyor; zihin sürekli uyarıldığı için duygusal dengesizlik artabiliyor.

Bütün bu tabloya rağmen çözüm aslında zor değil, sadece farkındalık istiyor. Ev içinde küçük kurallar koyarak başlamak bile büyük bir dönüşüm yaratabilir. Akşam yemeklerinde telefonları uzak bir köşeye bırakmak, çocuklarla birlikte ekran dışında aktiviteler yapmak, eşler olarak birbirimize gerçekten bakmak, sohbet etmek, derdini dinlemek… Bunların her biri teknolojiyle barışmanın ve onu yönetmenin yolları. Çünkü teknoloji hayatımızdan çıkmayacak; önemli olan, bizim onu nasıl şekillendirdiğimiz.

Sonuçta ekranlara baktığımız kadar birbirimize de bakmayı hatırladığımızda, hayatımız çok daha dengeli bir hâl alacak.