Özgür irade… Kulağa ne kadar da büyük geliyor değil mi? “İrade” kelimesi sanki tamamen bize aitmiş gibi duruyor, “özgür” kısmı da sanki yanına eklenmiş bir süs.

Ama belki de biz, önümüze konulan menüden seçim yapan müşteriler gibiyiz. Sadece seçenekler arasında dolaşıp “ben seçtim” diyebilmenin rahatlığını yaşıyoruz. Oysa yolun kendisi çoktan çizilmiş; biz sadece hangi taşın üstüne basacağımıza karar veriyoruz.

İnsan, karar verirken özgür olduğunu sanıyor. Oysa çoğu zaman karar vermiyoruz, sadece tepki veriyoruz. Kültür, korkular, beklentiler, aidiyetler… Hepsi bir şekilde o “özgür” kararın içinde not bırakıyor. Bir şeyi seçiyoruz çünkü diğerini seçmeye cesaretimiz yok. Özgürlük bazen seçim yapmakta değil, o seçimin sonuçlarına katlanabilmekte gizlidir. Ve tam orada zincirlerimizi görürüz.

Belki özgürlük, birini sevip kaybetmeyi, bir hayalin yarım kalmasını, “biliyorum yanlış ama” diyerek o kapıdan geçmeyi göze alabilmektir. O zaman özgürsündür. Gerisi sadece bir simülasyon.

İşin ironisi şu: İnsan özgürleşmeye çalıştıkça kendini daha karmaşık zincirlerle sarıyor. Seçimlerimizi bile algoritmaların sunduğu olasılıklar arasından yapıyoruz. Sonra da “ben seçtim” diyerek övünüyoruz. Belki de özgür irade, insanın kendine söylediği en zarif yalandır. Çünkü gerçekten özgür olsak, neyi seçeceğimizi bile bilemezdik.

Kişisel gelişim dediğimiz şey de belki zincirleri kırmak değil, onlarla dans etmeyi öğrenmektir. Özgür irade denen şey ise sadece “bilişsel yönelim kapasitesi”… Yani farkındalıkla yön değiştirebilme becerisi.

Bazı adımlar bizim ritmimizden doğmaz ama yine de o müziğe ayak uydururuz. Özgür müyüz? Belki değiliz. Ama en azından kendi yankımızın sesini tanıyoruz.