Bir insan bazen ne kadar doğru yaşarsa yaşasın, yine de hedef olur. Söylemediği sözlerin, yapmadığı şeylerin hesabını vermek zorunda kalır. O zaman anlar ki, adalet her zaman yüksek sesle gelmez.
İnsana bazen iftira atarlar. Hiç yapmadığın şeylerle suçlanırsın, hiç söylemediğin sözlerle yargılanırsın. Bazı insanlar da inanır onlara. O zaman içinden bir ses “konuş” der, “kendini savun.” Ama sonra durursun. Çünkü anlatsan da değişmeyecektir. İnsan duymak istemiyorsa, senin sesin oraya ulaşmaz.
Ben de sustum. O kadar çok şey söylenmişti ki, hangisine cevap versem öteki eksik kalacaktı. Her kelime yeni bir yara olacaktı. Sustum, çünkü kalbimi korumak istedim. Kendimi değil, içimdeki huzuru savundum.
Susmak kolay değil. İçin kıpır kıpırken, bir şeylerin haksız olduğunu bilirken dilini tutmak zordur. Ama zamanla anlıyor insan. Bazı şeyleri zamana bırakmak gerekiyor. Çünkü kelimeler bir süre sonra anlamını yitiriyor, ama sessizlik hep bir şey söylüyor.
Kimseye bir şey anlatmam gerekmiyor. Ne olduğumu ben biliyorum, çevremdekiler biliyor. Geri kalan herkes, görmek istediğini görüyor zaten. Bu fark ediş, garip bir rahatlık veriyor insana.
İftira geçiyor, ama susarken tuttuğun o seviye, o sakinlik kalıyor. Belki kimse fark etmiyor ama sen biliyorsun kendi vicdanına ihanet etmedin. O yeter.
Bazen susmak, pes etmek değil. Sadece artık açıklamaya değmeyecek kadar yorgun hissetmektir. Ama o yorgunlukta bir bilgelik var. Zamanın insanın en iyi tanığı olduğunu bilmek.