Makarna… Dünyanın neresine giderseniz gidin, bir şekilde sofrada karşımıza çıkar. İtalyan’ın “pasta”sı, Japon’un “ramen”i, bizim de mis gibi “makarnamız.” Üstelik Türk makarnaları artık hiç de fena değil.
Kaliteli durum buğdayı, yüksek protein oranı ve el emeği üretimleriyle İtalyanlarla yarışır hale geldiler. Ama yine de hep aklımızda aynı sorular var: En iyi makarna hangisi? En yararlısı hangisi? Hatta bazen, “Acaba hiç yemesek mi?” diye bile düşünüyoruz.
Gerçek şu ki, makarnayı “iyi” ya da “zararlı” yapan şey markası değil, pişirme biçimi. İtalyanların meşhur “al dente” yöntemi yani makarnayı tam değil, dişe gelir şekilde pişirme tekniği sağlığın da sırrı. Çünkü bu yöntemle makarnanın nişastası tam çözülmez, glisemik indeksi düşük kalır. Bu da kan şekerini dengede tutar, uzun süre tokluk sağlar.
Bizde ise genelde biraz fazla haşlanır, suya yağ eklenir, sonra da süzülüp soğuk sudan geçirilir. Oysa o suyun içinde vitamin, mineral ve nişastanın önemli bir kısmı kalır. İyi bir makarna, tuzlu suda, tam kıvamında pişirilir. Süzülürken biraz haşlama suyu ayrılır ve sosla buluşturulur. İşte İtalyanların formülü bu kadar basit.
Peki kilo yapar mı. Tek başına, hayır. Makarna; lifli, doyurucu ve ölçülü yenirse gayet dengeli bir karbonhidrattır. Kilo aldıran şey, porsiyonu kaçırmak ve üzerine ağır, kremalı, yağlı soslar dökmektir.
Makarna düşmanımız değil. Doğru pişirir, ölçüsünü bilirsek hem damak hem vücut dostudur. İtalyan’ın sırrı buğdayda değil, pişirme tarzında. Aynı un, aynı su… Ama farklı bir anlayış. Belki de mesele, makarnada değil; onu nasıl “yaşadığımızda.”