Kira gelirlerinde uygulanan vergi istisnasının kaldırılması, rakamlarla anlatılınca teknik bir düzenleme gibi duruyor. Ama bu işin teknik yanı değil, insana dokunan tarafı konuşulmalı.

Çünkü her düzenleme eninde sonunda mutfağa, sofraya, cüzdana yansıyor. Meclis’e sunulan ve Plan ve Bütçe Komisyonu’ndan geçen teklifle, 1 Ocak 2026’dan itibaren kira gelirlerinde istisna tamamen kaldırılıyor. Yani artık, emekli, dul ve yetim aylığı alanlar dışındaki ev sahipleri yıllık kira gelirlerinin tamamı üzerinden vergi verecek. Bu, kâğıt üzerinde “vergi adaleti” gibi görünse de, piyasada yaratacağı etki tam tersi yönde olabilir.

Çünkü bu değişiklik, ev sahiplerinin cebinden daha fazla vergi çıkması anlamına geliyor. Hesaplamalar, aylık 30 ila 50 bin lira arasında kira geliri elde edenlerin yıllık vergi yükünün yüzde 15 ila 23 oranında artacağını gösteriyor. Bu da, en basit ifadeyle, “kiraların yukarı yönlü baskılanması” demek. Başka bir deyişle, devletin alacağı pay büyürken kiracının ödeyeceği bedel de artacak.

Türkiye’de yaklaşık 25 milyon kişi kirada oturuyor. TÜİK verilerine göre 10 yıl önce her 10 kişiden 6’sı kendi evinde yaşarken, bugün bu oran 5’e düşmüş durumda. Barınmanın zaten en ağır yüklerden biri haline geldiği bir dönemde, vergi istisnasının kalkması zincirleme bir etki yaratacak: ev sahipleri kaybını kiraya yansıtacak, kiracılar daha yüksek rakamlarla karşılaşacak, konut piyasasında huzursuzluk artacak.

Kira gelirlerinin vergilendirilmesinde “adalet” arayışı elbette gerekli. Ancak mesele sadece bütçe açığını kapatmakla ilgili değil; sosyal dengeleri korumakla da ilgili. Kira gelirini “yatırım getirisi” olarak gören var, “tek geçim kaynağı” olarak gören de. Bir köşede emekli maaşına destek olsun diye bir dairesini kiraya veren yaşlı bir kadın, diğer köşede 5-6 daireyle yatırım yapan bir müteahhit var. Aynı vergi tarifesi altında bu iki insanın aynı kefeye konması, adalet değil, kolaycılıktır.

Bu düzenleme, ev sahibiyle kiracıyı bir kez daha karşı karşıya getirecek gibi görünüyor. Yeni sözleşmelerde kiraların şimdiden yüzde 15-30 aralığında yükselme ihtimali konuşuluyor. Bu da, “vergi” adı altında piyasaya dolaylı bir enflasyon dalgası sokmak demek.

Vergi sisteminde istisnalar kaldırılabilir, oranlar değiştirilebilir. Ama asıl mesele, bu kararların “nasıl” ve “ne zaman” alındığı. Eğer sosyal denge gözetilmeden, sadece mali tabloya bakılarak karar veriliyorsa, bu işin faturası hep aynı kesime çıkar: geçinmeye çalışan vatandaşa.

Kısacası, istisnanın kaldırılması maliyenin kasasını doldurur belki, ama toplumun sabrını boşaltır. Çünkü bu ülkede vergi sadece para değildir; adaletin, dayanışmanın, hatta umudun göstergesidir. Ve o umut, kira kontratlarının satır aralarında yavaş yavaş tükeniyor.